söylediğin sözün nereye gittiğini bilmiyorsun
31 Temmuz 2010 Cumartesi
yevmiye defteri
söylediğin sözün nereye gittiğini bilmiyorsun
evet haklısın
Ben Özgürüm
...dünyanın her türlü haline karşı "ben özgürüm" diye yola çıkmak aslında özgürlük değildir. Ömür boyu yanında birlikte yürüdüğün biri varsa, her tökezlediğinde elini uzatıyorsa, özgürlüğün kısıtlı gibi görünse de, hayatın zorluklarına karşı mücadele gücün olur. Bu da çoğu zaman paha biçilemez bir özgürlük çeşididir.
Bir Erkek Giderken
Bir Erkek gittiğinde .. Bir yürek gider .. O Bir yüreğin içinde binlerce düş gider .. Ağırdır taşıyamaz boynunu büker bir erkek gittiğinde .. Önce duyguları gider .. Sonra ruhu ..ve Bedenini göremiyorsanız eğer Boşuna aramayın . Geri gelmesi için çağırmayın
Bir Erkek giderSe .. dönmemek üzere gider ..
tutarnış. Bir sefer hazırlığında veziri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi
sorunca, Yavuz ona: Sen sır saklamasını bilir misin? diye sormuş.
--Vezir, Yavuz'dan cevap alacağı ümidiyle:
--Evet, Hünkarım bilirim, dediğinde; Yavuz cevabı yapıştırmış:
--Ben de bilirim.
29 Temmuz 2010 Perşembe
Kalbinde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol. Soruların kendisini sevmeye çalış, kilitli odalar ve yabancı lisanda yazılmış kitaplar gibi. Cevapları şimdi arama. Şu anda cevaplar sana verilemez, çünkü sen henüz onlarla yaşayamazsın. Bu her şeyi yaşama meselesidir. Şu anda senin, soruyu yaşaman gerekiyor. belki daha ilerde, farkına bile varmadan, günün birinde kendini cevabını yaşarken bulacaksın.
R.M. RİLKE
27 Temmuz 2010 Salı
İngiliz Gemiciler
Duyulmamış bir hikayedir, genelde eski gemiciler bilir.
Eskiden gemilerde fareleri yok etmek için İngiliz gemilerinde uygulanan bir metodtur. Bir tane fareyi canlı olarak yakalayıp boş bir tenekeye koyarlar ve günlerce aç bırakırlar. Sonra birgün yakaladıkları küçük bir fareyi bu farenin yanına koyarlar. Günlerce aç kalmış olan fare yeni koyulan fareyi yer. Sonra bir daha bir daha derken yamyam bir fare elde ederler. Bu fare artık iyice de semirmiş ve kuvvetlenmiş olur. Sonra bu fareyi geminin içine salarlar, şimdi ortada tebdil kıyafet gezen güçlü kuvvetli bir yamyam fare vardır ve bu fare rahatlıkla diğer farelerin yanına sokulur ve yakaladığını yer. Böylece gemi farelerden temizlenir.
Bir nesli yok etmek için uyguladıkları bu metodu, şimdi içimize eğitilmiş, semirmiş, beyni yıkanmış, yamyam fareler sokularak, bizi de yok etmek için kullanıyorlar. Şimdi aramızdaki bu yamyam farelere dikkat.
Aklını kullan yedirme kendini.
25 Temmuz 2010 Pazar
tembellik yapmak daha yorucu geliyor...
12 Temmuz 2010 Pazartesi
Sadece Kadın Olmak
Onlar sadece kadındır…
Evet, sadece kadın… Üstelik sadece kadın olarak kalmaktan son derece memnundurlar…
Eh sadece kadın olunca da hayattaki en büyük gayeleri erkek oluyor elbette…
“Ben istediğim her erkeği elde ederim!” … Bu cümleyi ilk duyduğumda dehşete kapılmamıştım, işin ciddiyetini bile anlamamıştım, bunun bir meziyet olduğunu sanacak yaştaydım o zamanlar… Sanmıştım da zaten. Bunu söyleyeni de pek becerikli bir kadın sanmıştım, gerçi becerilerini sonradan anlamıştım.
İstediğin erkek her daim elde edilecek biriyse sen değil herkes elde eder onu. Elde etmek fiilinden bu cümlede nefret ettim şu anda. Aşık olmak, sevmek, hoşlanmak gibi daha hissi fiilleri tercih ederim, ama onlar da bu iddialı cümleye girdiğinde anlamlarını yitirecekler zaten…
“Ben istediğim erkeği kendime aşık ederim” …
İyi halt edersin, madalyayı nerede takıyorlar o zaman?
Hep bir iddia ve sürekli kendinden vazgeçiş var aslında… Zira bu kadar iddianın ardından erkeğe oturup Neruda’dan şiirler okumayacaksın herhalde, “ilkbaharın kiraz ağaçlarıyla yaptığını yapmayacaksın” adama, eril düşüncenin kadını nasıl ezdiğinden de bahsetmeyeceksin sanırım… Tam da kendin eril düşünceye yakışır davranırken üstelik.
Oldu!
Bu bir meziyet değil, üzgünüm. Belki de sen sadece senin numaralarına kanacak erkekleri istiyorsundur… Her şey olabilir…
Bir adamın aklını başından almanın türlü yolları olabilir hatta demir yürekli olanlar için bile bir yol bulunabilir. Sonuçta herkesin bir zayıf noktası vardır. Zorlarsan kırılır.
Sonuç; kadının kendini sınır bilmeden sunmasıdır.
Budur yani elde etmek… Kendini tamamen feda etmekle eş değer… Erkek de geri zekalıydı, anlamayacak sanki bu numaraları…
Kadınları bir eşya, erkekleri de kandırılacak birer aptal gibi gören zihniyete tersim ben…
Kimse aptal değil…
Herkes aslında memelerin emzirmeye ve bacakların da yürümeye yaradığını biliyor… Karşısına “sadece kadın” olarak çıktığınız erkekler bir gün sizden vazgeçerler… Hepimiz insanız çünkü, zayıflıklarımızla bizi kandıranları en sonunda anlarız.
Kaç aşk böceğinin içinden ne hıyarlar çıktı. Anlamadık mı?
Onlar da anlarlar, Afrodit’in içinden çıkan aptalı…
“Güzel olan bir şey, her zaman iyi olmayabilir; ama iyi bir şey her zaman güzeldir” diye boşuna dememiş L’Enclos…
11 Temmuz 2010 Pazar
olmuyorsa
Cemal Süreyya
10 Temmuz 2010 Cumartesi
Yaşamın Boyunca Verdiğin İlk Kararlar Adeta Bir Kibrittir.
Krala şunu sorar:
'Efendim söyleyin bana, hayatta özgürlük var mıdır?
Kral:
'Elbette' der, 'Kaç bacağın var senin?'
Adam soruya şaşırarak:
'İki' der.
Kral:
'Pekala, tek bacağının üstünde durabilir misin? '
'Elbette' diye cevap verir adam.
Kral:
'O halde hangi bacağın üstünde duracağına karar ver'.
Adam biraz düşünür ve sol bacağı üstünde durmaya karar verir.
'Tamam' der kral
'Şimdi öteki bacağını da kaldır.'
Adam şaşırır:
'Bu imkansız kralım' der.
'Gördün mü? ' der kral
Tiziano Terzani'nin 'Atlı karıncada Bir Tur Daha'adlı kitabında
okuduğum bu küçük öykü yıllardır tartışılan özgürlük
kavramı üzerinde bir kez daha düşünmeme yol açtı.
Hayat gerçekten böyleydi.
İlk kararı alıyordun ve gerisi o ilk karara bağlı olarak gerçekleşiyordu.
Hayat hata kabul etmiyordu.
İlk kararın doğruysa işler yolunda gidiyordu ama eğer yanlış bir karar
aldıysan, her şey zincirleme yanlış gidiyordu.
Mesela mesleğini seçerken...
Hasbelkader, iyi düşünmeden, yeteneklerinin farkında olmaksızın bir
meslek seçtiğinde ömür boyu işini zorla yapmaya mahkum oluyordun..
İşinin başındayken başka bir iş yapmayı özlüyordun.
Ama biliyordun ki; özgürlüğünü kullanmış, ilk kararı vermiştin ve
yeniden başlamaya cesaretin yoktu.
Bazı insanlar vardı hayatta...
Onlar her şeyi ardlarında bırakıp, yeniden başlayacak kadar cesurlardı.
Ama sen onlardan biri olamıyordun.
Bunca emek, bunca çalışmayı, sanki çöpmüş gibi bir çırpıda atıveremiyordun.
Oysa göz ardı ettiğin bir şey vardı.
Hayat çok kısaydı ve mutsuz olduğun işlerle zaman öldürmek, aynı
zamanda ruhunu öldürmekle eş anlamlıydı.
Evlilik konusunda da iyi karar vermek gerekiyordu.
Yanlış bir karar, aynı evde yaşayan iki düşman yaratabilirdi.
Aşk zorunluluğa dönüşebilir ve hayatını cehenneme çevirebilirdi.
İlk kararı alıyordun, bu konuda özgürdün ama devamında senin kararına
bağlı olmayan pek çok şey gerçekleşiyordu.
Hayat kararlardan ibaretti ve kararlar birer kibritti.
Doğru yerde ateşlediğinde seni ısıtacak, çorbanı kaynatacak ateş oluyordu.
Yanlış yerde ateşlediğinde ise, içinde bulunduğun evle birlikte seni de yakıyordu.
Hayat öyle basite alınacak bir oyun değildi.
Oyunun kurallarını bilmen ve ona göre oynaman gerekiyordu.
Ama çoğu zaman oyunun kurallarını bilmek yetmiyordu.
Çok daha önemli olan başka bir şey vardı.
Kendini bilmek...
Ne istediğini, neyin seni mutlu edeceğini ve kim olduğunu, neler
yapabileceğini bilmek zorundaydın.
Ancak o zaman doğru kararlar veriyor ve mutlu bir hayata sahip oluyordun.
Ve kararlar birer kibritti...
Kendini ya yakıyordun,
Ya da ısıtıyordun...
9 Temmuz 2010 Cuma
Kartopu
Mevlana'dan
Etme...
duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme
başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme
ey ay, felek harab olmuş, ziyan olmuş senin için
bizi öyle harab, öyle ziyan ediyorsun, etme
ey, makamı var ve yokun üstünde olan kişi
sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme
sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan
sen ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme ...
Keşke Diyemeyeceğim Kadar Uzağım...
anım sevdiğim...çiçeğim...aşkım...
keşke diyemiyeceğim kadar uzağım artık.
...
o kadar ısıtmak istedim ki nefesimle sırtını.KEşke yüreğine en güzel aşk şarkılarını fısıldayabilseydim.yapamadım
aşkım...kelimelerden utandım...Ellerim ellerini sevdi çiçeğim,...
dudaklarım koynunu, gözlerim yüreğini...o güzel, içinde güneş saklı
yüreğini...
...
elimden birşey gelmiyoo...artık çok geç...Yolların ortasında gözlerin gözlerimi esir aldı aşkım...kapatamadım...güneş dolu yüreğine yağmurlar yağdırdım.Affet beni...ÇEvremi saran bulutları dağıtmaya yetmedi rüzgarım...sesini duyar gibiyim aşkım
...
nefesim nefesine nefes katsın istedim ama olmadı.o küçücük nefesi içine üfleyemedim.
...
olmadı aşkım.adının fısıldadığı masalları fısıldayamadım nefesine.Bi
varmış bi yokmuşta kaldı fısıldamam, ötesini fısıldayamadım...
Güneş dolu yüreğine yağmurlar yağdırdım...
Nefesim nefesine nefes katsın istedim olmadı aşkım....
O zilin sesini duyduğun ana lanet ediyorum....
Toprağın olmak varken mezar, güneş olmak varken gölgen oldum.....
Sen elini uzattığında kalbimi sakladım....
Aşkım seni de yanımda götürüyorum.....
O gittiğim yerde binlerce kez haykıracağım.....
Seni seviyorum çiçeğim...tek aşk vatan aşkı derdim,ama bilmezdim benim vatanım senmişsin.."“Umarım güneşli bir gün başka bir nefes daha güçlü üfler yüreğine aşkım ve ben çıkar giderim”
8 Temmuz 2010 Perşembe
Önyargı
Uzaklarda bir köyde, kocası, çocuğu dogmadan ayrılmış tek başına yasayan hamile bir kadın kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye baslar. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşır. Birkaç ay sonra kadının çocuğu doğar. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Günler geçer ve kadın bir gün birkaç dakikalığına bile olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde bırakmak zorunda kalır. Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelinciği ve kanlı ağzını görür. Anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvani. Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir. Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür.
Einstein''in söylediği rivayet edilen bir söz var:
"İnsanlardaki önyargıyı parçalamak benim atomu parçalamamdan daha zordur."
Kaç Düğümlük Yaşadık
Cunku; kulturlerin, yasam kalitesinin boyle yerlerde olduguna inaniyordu. Gozleri mezar taslarindaki rakamlara takildi. Mezar taslarinda 5, 522, 386, 4979,12.532, 7 gibi birbirleriyle hicde baglantisi olmayan rakamlar vardi.Uzun uzun dusundu dervis; fakat bu rakamlarin sirrini cozemedi.
"- Bu rakamlar saat midir?ay midir?yil midir? Ne anlatir Allah askina?"
7 Temmuz 2010 Çarşamba
Kayseri'den Fıkra Gibi Hırsızlık Vakası
Polis kayıtlarına geçmiş, Kayseri'de yaşanmış gerçek bir hikaye:
Hırsızın biri, bir evin çatısına çıkmış ve anten kablosunu kesmiş.
Evin reisi de tam TV'ye dalmışken yayın kesilince televizyonunu biraz kurcalamış,
'Bozuldu herhalde ' diyerek yatmış.
Ertesi gün adam işe gittikten sonra hırsız kapıyı açıp adamın karısına,
'Yenge, beni abi gönderdi, televizyon bozuk, alın da bir bakın dedi' demiş.
Saf kadıncağız da televizyonu vermiş.
Akşam adam eve gelip de televizyonu göremeyince, karısından durumu öğrenmiş ve tabii ki dumura uğramış.
O hafta sonu balkonda keyif yaparlarken bizim hırsız aşağıdan ıslık çala çala, onlara bakarak sokaktan geçmiş.
Kadın hırsızı tanımış ve 'Bak bey! televizyonu çalan adam işte buydu!!' demiş.
Adam bunu duyunca, pijamalarla hırsızı kovalamaya başlamış.
5 dakika sonra diğer bir hırsız adamın evine gelip, karısına;
' Yenge, ben polisim, abi hırsızı yakaladı, şimdi karakoldalar.. Pantolonuyla, cüzdanını istiy or.' demiş, kadın da saf saf vermiş normal olarak.
Adam hırsızı bir saat kadar kovaladıktan sonra, kan ter içinde eve dönmüş... yine dumur! Artık adam karısını ne yapmış bilinmiyor?....
Hayal Dünyam
6 Temmuz 2010 Salı
Bir Kadına Ne Verirseniz Verin...
Bir kadına ne verirseniz verin, onu daha da büyük hale getirir..
Ona bir ev verirsiniz, size bir yuva verir..
Ona sebze verirsiniz, size yemek verir..
Ona bir gülücük verirsiniz, size kalbini verir..
Ona bir şarkı söylerseniz, size konser verir..
Kendisine verileni, çarpıp çoğaltarak geri verir..
ßu yüzden ona çamur atarsanız,
karşılığında bi bataklıkta boğulmaya HAZIR OLUN.. !
5 Temmuz 2010 Pazartesi
Fıkra : Master Key :)))
Kiz hayret icinde erkege sorar;
- Ya anlamadigim bisey var;
- Soyle hayatim;
- Ben 4 erkekle yattim adim orospuya cikti, sen 8 kadinla yattin adin 'super erkek'e cikti.. Nasil is bu ya?
Erkek cevap verir;
- Bak hayatim; bir kilidi her anahtar acarsa o kilide 'YALAMA' derler.. Ama bir anahtar her kilidi aciyorsa ona 'MASTER ANAHTAR' derler.
3 Temmuz 2010 Cumartesi
2 Temmuz 2010 Cuma
Bir Erkekten İtiraf
Cinsiyet: Erkek; Yaş: 42; İl: Ankara
Yurtdışı seyahatimin dönüşünde, freeshop ların önünden karıma, kızıma ve sevgilime aynı mesajı çektim:
Burada parfümler çok ucuz. İstedigin özel bir marka var mı?
Karım 5 adet, kızım 2 adet en pahalı marka parfümlerden istedi.
Sevgilimden gelen mesaj ise, kelimesi kelimesine şöyleydi:
Benim için en güzel parfüm senin kokun. Sen gel yeter.
Neden Ben?
Efsane Wimbledon’un ilk zenci şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS’den ölüm döşeğindeydi...
Dünyanın her köşesindeki hayranlarından mektuplar yağmaktaydı. Bunlardan bir tanesi şöyle soruyordu:
- Allah böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?
Arthur Ashe cevap verdi:
- Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar. 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir. 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50’si Wimbledon’a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2’si finale kalır.
Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Allah’a “Neden ben” ? diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Allah’a nasıl ‘Niye ben’ derim?
"Mutluluk insanı tatlı yapar.
Başarı ışıltılı…
Zorluklar güçlü…
Hüzün insanı insan yapar,
Yenilgi mütevazi…
Allah’a asla ‘Neden ben?’ diye sormayın.
Ne olacaksa zaten olur..."
1 Temmuz 2010 Perşembe
Mevlana'dan
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı ögrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladim sevdiklerimi. ..
Ağladım.
Yaşamayı ögrendim.
Dogumun, hayatın bitmeye başladığı an oldugunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar oldugunu ögrendim.
Zamanı ögrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacagını,
zamanla barışılacağını, zamanla ögrendim...
Insanı ögrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler oldugunu...
Sonra da her insanın içinde
iyilik ve kötülük bulundugunu ögrendim.
Sevmeyi ögrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı oldugunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kuruldugunu ögrendim.
İnsan tenini ögrendim.
Sonra tenin altnda bir ruh bulundugunu. ..
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde oldugunu ögrendim..
Evreni ögrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını ögrendim.
Sonunda evreni aydinlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektigin ögrendim.
Ekmeği ögrendim.
Sonra barış için ekmegin bolca üretilmesi gerektigini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,
bolca üretmek kadar önemli oldugunu ögrendim.
Okumayı ögrendim.
Kendime yazıyı ögrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi ögretti bana...
Gitmeyi ögrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime ragmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı ögrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektigi fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektigine aydım.
Düşünmeyi ögrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi ögrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yikarak düşünmek oldugunu ögrendim.
Namusun önemini ögrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk oldugunu;
gerçek namusun, günah elinin altindayken, günaha el
sürmemek oldugunu ögrendim.
Gerçegi ögrendim bir gün...
Ve gerçegin acı oldugunu...
Sonra kararında acının, yemege oldugu kadar hayata da lezzet kattığını ögrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Mevlana