31 Ağustos 2010 Salı

İnanıyor muyuz?

Irmak kenarında küçük bir köy, ırmağın diğer yanında köyün hayvanlarını otlatan çoban ve kulübesi varmış. Bu ırmak yazı cılız kışın coşkun akarmış. Üstünde her hangi bir köprü de yokmuş. Bir kış günü çoban çok güzel bir ezan sesi ile uyanmış. Karşıda olup bu güzel sesli ezanı okuyanı çok görmek istemiş. Yaz gelmiş. Çoban merak ettiği güzel sesin sahibini camide bulmuş. Güzel sesli hoca vaaz veriyormuş. Size, demiş; “bir sır vereceğim”, “bir kelime vardır ki; her kapıyı açar her güçlüğü yener”. Merak etmiş her kes. Hoca demiş ki; “besmeledir o kelime” ve besmeleyi anlatmış. O sene ramazan günleri kışa rastlamış. Çoban fırsat buldukça camiye gidip ibadet ediyor ve hocanın vaazlarını dinliyormuş. Bir ikindi sonrası hocaya yaklaşmış. “Hocam, bu akşam iftarı benimle kulübemde yaparmısınız?,benim azığıma ortak olurmusunuz?”demiş. Hoca kabul etmiş. Yerlerde diz boyu kar ırmak kenarına gelmişler. Irmak yine coşkun akar. “hadi geçelim hocam” demiş çoban. Hoca bakmış karşı tarafa geçit yok, sandal yok, duraksamış. Çobana sormuş; “nasıl geçeceğiz”. Çoban; “hocam, hani sihirli kelime vardı ya, söyleyip geçeceğiz” demiş. Besmeleyi okuyup başlamış su üstünde yürümeye. Bir taraftanda bağırıyormuş hocaya; “hocam hadi sihirli kelimeyi söylede gel” diye. Hoca o sihirli kelimeyi söylemiş cılız bir sesle, acabalarla karışık. Adımını atar atmaz suya gömülmüş ayağı. Korkarak çekmiş ayağını. Bağırmış çobana; “sen git, benim işim çıktı, başka zaman inşallah” diye. Başka zamanda hiç olmamış.

27 Ağustos 2010 Cuma

Victor Hugo


Beni mahveden şey; Bana yalan söylemiş olman değil, Sana birdaha inanmayacak olmam ..

Türkiye'nin en güzel küfür eden adamı...


Yıllar önce ODTÜ'de yaptığı bir konuşma...
Üç bin kişilik mimarlık amfisi tıklık tıklım dolu, hatta onu dinlemek için ayakta kalan onlarca kişi var...

Can Yücel konuşmaya şöyle başlar:

- Biz hiç bi bok olamadık!
Salondakiler bir anda neye uğradıklarını şaşırırlar. derin bir sessizlik kaplar ortalığı...
Salona gelmeden önce 3 bira ve yarım votka içmesine rağmen muhteşem bir konuşma yapar. Hiç şüphesiz bol küfürlü bir konuşma...
Söyleşinin soru-cevap kısmında ön sıralarda oturan hanım hanımcık bir kız öğrenci parmak kaldırıp can yücel'e şöyle sorar:

- Can bey, bizler şiirlerinizi ve düşüncelerinizi çok beğeniyoruz,size büyük bir saygı duyuyoruz ama konuşmalarınızda çok fazla küfüre ve argoya yer veriyorsunuz, küfürlü konuşmasanız olmaz mı?
Can yücel önce susar, sonra yavaşça doğrulur, o kocaman ellerini kürsünün üzerine koyup:
- Küfür, burjuvazinin ağzında bir lağım çukurudur... küfür, işçi sınıfının ağzında bir çiçektir!.. deyince salonda müthiş bir alkış kopar.
Sonra tamamen ayağa kalkıp şöyle bitirir konuşmasını:
- Arkadaşlar bugün de çok kafa siktim!!!
xxxx

Can Yücel, vakt-i zamanda bir yazısında adamın birisine 'göt' dediği için dava açılmış.
Mahkemede Can Yücel şunu anlatmış:

Bir köyde ateşli bir hasta vardır, kasabaya doktora getirir hastayı köylüler.
koca devletin koca doktoruna. Doktor hastaya fitil verir ve köye döndükleri gibi hastaya fitili anüsten vermelerini söyler köylülere.
köylüler tabi 'tamam dohtor bey' diyip köye giderler.
köydeki herkese sorarlar, en bilgelere bile, ama kimse anüs ne demektir bilemez. bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya.


hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. bunun üzerine köylü, doktora, koca devletin koca doktoruna telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz. ne cüret di mi doktoru arayacak bi köylü. neyse durumun vehameti üzerine muhtar aramayı kabul eder.
bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, 'biz ne yapacaamızı bilemedik dohtor bey' felan der işte. karşıdan doktor bişiler söyler.
muhtar döner, ama arkasına: 'makattan verin dedi dohtor' der.
yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar felan, ama makat ne bilen yoktur yine.
hasta ise giti gidecek, ateşler içinde kıvranıyo baya.
ihtiyar meclisi toplanır. son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. yine kimse aramaz istemez doktoru. nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bi yandan söylenmektedir: 'çok kızacak dohtor çok!' diye.
sonunda telefonu açar, durm anlatır, doktor bişiler söyler yine. telefondaki köylü, yüzü allak bullak, arkasını döner:
'çok kızacak demiştim; götüne sokun dedi'
Yani işin aslı hakim bey 'bizim orada göte göt derler'
xxxx

Yine bir üniversitede öğrencinin biri sorar:
- neden okudugumuz butun sairler erkek? kadinlardan iyi sair cikmaz mi?
Can Baba cevap verir:
- biz siiri sikimizle mi yazıyoz, ne biliim ben..
xxxx
Bir gün tv kanallarıdan birinde canlı yayında konuk Duygu Asena şair Nazım Hikmet için 'o kartpostal şairidir' demiş.
Can baba telefonla programa bağlanmış selam bile vermeden
'Duygu hanım kart sizsiniz postal da size girsin'
demiş ve telefonu kapatmış...
xxxx

can yücel'e soruyorlar: "zeki müren'e niye paşa diyorlar?"
cevap:
- bu memlekete paşalara ibne denemediği için ibnelere paşa deniyor...
xxxx
Türkiye İşçi Partisinin Komünist zamanlarında bir tüzük toplantısında herkesin komünizmi anlatmaya çalıştığı şöyle olsun , böyle olsun dediği bir toplantıda Can Baba ayağa kalkar ve bir efsaneyi daha patlatır.
'BEYLER BEYLER, Türkiyede komünist olmak tüzük değil, BÜZÜK ister...
xxxx


Bir sergide ortada dolanırken, alımlı bir kadın heyecanla yanına gelir:
- Can bey, tanıştığımıza ne kadar memnun oldum anlatamam. sizin en büyük hayranınızım.
Can Baba sırıtır:
- demek öyle, yatalım o halde?
kadın küskün bir ifadeyle bozuk atar:
- aşk olsun can bey!!
Can Baba cevaplar:
- aşk da olacak elbet..
xxxx

Can Babaya bir mahkeme çıkışında soru soran gazeteci şu dörtlüğü cevap olarak alır:
'Ne yorum ne forum
Belki yarın konuşurum
öyle gitti ki durum
soru sorana korum'

xxxx
Bir televizyon programın da genç bir öğrenci soracak soru bulamadığından herhalde şunu sorar
- hangi takımı tutuyosunuz?
can baba cevap verir,
- eşim ve ben genellikle benim takımlarımı tutuyoruz...
xxxx

can yücel'e sorarlar:
- efendim nedir bizim memleketteki bu sağcılık solculuk davaları?
can baba:
- bu ülkede sabah kalktığında malafat eğer sağ tarafa kaymışsa sağcısındır, yok eğer sol taraftaysa solcu..
- peki sizinki ne tarafta ?
- ileride daima ileride
xxxx

"Seke seke geldik.. Sike sike gidiyoruz..." sözlerinin sahibi büyük şair Can baba, bir takım hayranları ve arkadaşlarıyla bir yerlerde içer, sohbet eder.
aynı grup, sabahın 5'i 6'sı gibi pek de kimsenin bulunmadığı kıbrıs şehitleri caddesinde yürürken, şair birden durur ve yere yatar.
Yanındakiler de hemen aynı şeyi yaparlar.
Şair, gözlerini kırpmadan gökyüzüne bakmaktadır.
Yanindakiler de sira sira yerde yatmakta, gökyüzüne bakmaktadirlar. Hayranlardan birisi dayanamayıp sorar:
- Baba, ne görüyorsun, bize de söyle...
Ondan ulvi ya da şairane bir söz bekleyen vatandaş, aldığı cevapla şok olur:
- Çok sarhoşum amına koyim.

Brigitte


Bilgi; büyük insanı alçakgönüllü yapar, ortalama insanı şaşırtır, küçük insanı ise Kibirlendirir

26 Ağustos 2010 Perşembe

Ama ben onun kim olduğunu biliyorum

Yaşlı bir bey, sabah erken evinden çıkmış yolda ilerlerken, bir bisikletlinin kendisine çarpması ile yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış. Sokaktan geçenler, yaşlı adamı hemen en yakın sağlık birimine ulaştırmışlar.

Hemşireler, adamcağızın yarasına pansuman yapmışlar, ama 'biraz beklemesini ve röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler. Yaşlı adam huzursuzlanmış ve acelesi olduğunu, tetkik istemediğini söylemiş.

Hemşireler merakla acelesinin sebebini sormuşlar. Adamcağız da: "Karım huzur evinde kalıyor, her sabah onunla kahvaltı etmeye giderim, geç kalmak istemiyorum." demiş.

"Karınızın, siz gecikince merak edeceğini düşünüyorsunuz herhalde." Demiş bir hemşire. Adam üzgün bir ifade ile "Ne yazık ki karım alzheimer hastası ve benim kim olduğumu bilmiyor." demiş.

Hemşireler hayretle: "Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor, neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşturuyorsunuz?" demişler.

Adam buruk bir sesle "Ama ben onun kim olduğunu biliyorum." demiş.

SEVDİKLERİNİZİN KİM OLDUĞUNU ASLA UNUTMAMANIZ DİLEĞİYLE .....!!

Üstada Sormuşlar?


Üstada sormuşlar:Ùstad kadinin akilisini nasil anlarsin?
- Konusmalarina bakarim
-... Ya peki hic konusmuyorsa...
- O kadar akillisina daha rastlamadim..

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Gözlerime iyi bak


Gözleri Görmeyen Bir Genç Kız ve Bir Erkek Birbirlerine Deli Gibi Aşıklarmış . .... .
Erkek Sormuş : Gözlerin Görseydi Benimle Evlenirmiydin Diye ?
Kızda : Tabi Senden Başka Kimim Varki Demiş..
Nyse Aradan Aylar Geçmiş Ve 1 Hayırsever Gözlerini Kıza Bağışlamış ve Kız O Zorlu Ameliyatı Geçirmiş..!
Kız İlk Defa Sevdiği Kişiyi Göreceği İçin Çok Heyecanlıymış.!
Bide Ne Görsün ki Sevgilisinin Gözleri Yok . . ? :S
Erkek Yine Sormuş : Sevgilim Ne Zaman Evleneceğiz Diye ?
Kız da Demesin mi : Kızda Senin Gözlerin Yok Diyip , Çekip Gitmiş..!
Erkek Arkasından Bağırarak Şu İki Cümleyi Söylemiş :
"GÖZLERİME İYİ BAK OLUR MU ?"
__________________________________________
Hayat Böyle İşte Kimilerimiz Kimileri İçin Canını Bile Verirken , Kimileri Kimileri İçinse Kılını Bile Kıpırdatmaz.Nankörlük Ederler . . .

24 Ağustos 2010 Salı

Nazım Hikmet'ten


Hani derler ya ben sensiz yaşayamam diye
İşte ben onlardan değilim
Ben sensiz de yaşarım;
Ama seninle bir başka yaşarım...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

30 Yaşını Aşmış Bir Kadın...


Andy Rooney der ki..." Yaşım ilerledikçe, en çok otuz yaşını aşmış bayanlara değer vermeye başladim."
İşte bunun sebeplerinden bir kaçı: Otuz yaşını geçmiş bir kadın asla sizi gecenin bir yarısı uyandırıp "ne düşünüyorsun?" diye sormaz.......
Umurunda değildir çünkü ne düşündüğünüz.
Otuzunu aşmış bir kadın TV deki maci seyretmek istemiyorsa, söylene söylene TV 'nin karşısında yanınızda oturmaz.......
Yapmak istediği bir şeyi yapar. Ve bu genellikle daha enteresan birşeydir.
Otuz yaşını aşmış bir kadın kendini yeterince iyi tanır ve kendinden emindir...
Kim olduğunu, ne olduğunu, ne istediğini, ve kimden istedigini bilir.
Otuzunu aşmış cok az kadın onun hakkında ya da yaptıklari hakkında ne düşündüğünüzü önemser.
Otuz yas ustu kadın coğunlukla büyük aşklara, ömür boyu sürecek bağlılıklara doymuştur.
Hayatında en son ihtiyaci olduğu şey bir başka mız mız, devamli söylenen, ne yapacağına karışan, yapışkan bir aşıktır.
Otuzunu asmış kadın, ağırbaşlıdır. Bir operanın ortasında ya da pahalı bir restoranda sizinle çığlık çığlığa kavga etmesi çok nadirdir...
Ha tabi hakettiyseniz, sizi vururken de hiç tereddüt etmez, sonuçlarına katlanmayı da planlayarak...
Otuzunu aşmış kadın övgüler yağdırmakta çok bonkördür, çoğu hak edilmemiş bile olsa.....
çünkü takdir edilmemenin ne olduğunu iyi bilir.
Otuzunu aşmış kadın sizi bayan arkadaşlarıyla rahatlıkla tanıştıracak kadar kendine güvenir......
Daha genç bir kadın, en iyi arkadaşını bile görmezlikten gelebilir, yanındaki adama güvenmediği icin.
Otuz yaşın üstündeki kadın sizin onun arkadaşına ilgi duymanızı hiç sallamaz..... arkadaşının onun aldatmayacağını bilir.
Kadınlar yaşları ilerledikçe medyumlaşırlar. Ona günah çıkarmanıza hiç gerek yoktur..... Onlar her haltınızı bilirler.
Otuz yaşını aşmış bir kadın kıpkırmızı bir ruj sürdüğünde bu ona çok yakışır. Ama daha genç kadınlarda böyle değildir. Çiğ durur.....
Otuz üstü kadınlar açıksözlü, doğrucu ve dürüsttürler...... Onun icin ne anlam taşıdığınızı merak etmenize gerek yoktur...
Ne kadar geri zekalı olduğunuzu bir çırpıda açık açık söyleyiverir...
eğer bir geri zekalı gibi davrandıysanız.

21 Ağustos 2010 Cumartesi


Olduğum gibi kim görebilir beni
Ne rengim var benim, ne nişanım
Benim de bildiğim sırlar var diyeceksin ama
Hem o sırlarım ben, hem de o sırları saklayanım
(Hz. Mevlana)

1 Nisanın tarihçesi;

15. yüzyılın sonlarında, Haçlı ordusu Endülüs Müslümanlarının son kalesini kuşatır. Uzun süren bir kuşatma olmasına rağmen, kış aylarının da etkisiyle, kale korunabilmektedir. Durumun zorluğunu anlayan Haçlı ordusunun komutanı değişik taktikler düşünmektedir.

En sonunda 31 Mart gecesi Kalenin önüne giderek bir elinde Kur'an bir elinde İncil 'Şu iki kitap üzerine yemin ederim ki, teslim olursanız bu akşam size bir şey yapmayacağım' der. Gerekli görüşmelerden sonra canlarının kurtarılması karşılığında Müslümanlar kaleyi teslim ederler.

Ertesi sabah, yani 1 Nisan sabahı, Haçlı ordusu komutanı bütün Müslümanların öldürülmesi için emir verir. Bunun üzerine Müslümanlar 'Yemin etmiştiniz, bize söz vermiştiniz' dediklerinde Haçlı ordusu komutanı 'Benim sözüm size dün akşam içindi, bugün için size bir sözüm yoktur' diye cevap verir ve BÜTÜN MÜSLÜMANLAR ORADA ŞEHİT EDİLİR.

İşte o gün bugündür 1 Nisan hristiyanlar arasında 'Hile Günü' olarak kutlanmaktadır.

Maalesef halkımız arasında da yaygınlaşmış, yüzlerce, binlerce müslümanın katliam günü olan 1 Nisan'lar, bir şakagünü olarak kutlanmaktadır.

LÜTFEN BUNU TÜM ARKADAŞLARINIZA GÖNDERİN'Kİ 1 NİSANIN NEKADAR KÖTÜ BİR ANLAMI OLDUĞUNU ÖĞRENSİNLER...

17 Ağustos 2010 Salı

Eski Acılara Bakıpta Küsme Sevdalara...




Eski Acılara Bakıpta Küsme Sevdalara.... seveceksin....

eski acılara bakıp da küsme sevdalara
gavura kızıp da oruç bozulmaz
sök at kafandan acaba'ları!
bir kemik aynı yerden
iki defa kırılmaz..
artık kararmaz gecelerin.
bir daha yaşlar akmaz gözünden.
sabahların gecikmez.
kim bilir ağladığın günlere gülersin
bir defa öldün ya zamanında?
bir daha ölmezsin...

unutma!
yüreğinde bir ismin imzası var
ve sen onu silemezsin

söküp atamazsın ne kadar uğraşsan da
seninle beraber büyür ıcındekı sızı
ilk önce onu hissedersin
başkasına dokundugunda...

unutma!
bir kere sevdin mi
uzun uzun yanarsın
sitemler.. öfkeler birikirken ıcınde
sen azalırsın.
dilinde küfür elinde kadeh eksik olmaz
günler böyle geçer. alışırsın...

unutma!
sabahlar artık gecikir.
ister sağa dön ister sola
gözüne uyku değil gidenin hayali gelir...
kendini şiirlere verirsin
elin sigaraya gider her on dakika da bir
fena zehirlenirsin...

unutma!
bir süre güvenmeyeceksin kimseye
kandine sığınacaksın
aşk konuşulduğunda sen susacaksın
of'larla ah'larla başlayacaksın her cümleye
çevrende senden başka herkes haksız olacak
senin haklılığınsa çaresiz gidecek çöpe..

unutma!
bir gün kaldığın yerden başlayacaksın
biri seni bulacak...
önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan
biraz ürkeceksin.
ne kadar dirensen de nafile
insansın sonuçta


can yücel

16 Ağustos 2010 Pazartesi


Mevlanaya sormuşlar "sevgili" nasıl olmalı diye...Sevilecek biri olmadığı zamanlarda bile seni sevmeli ...Sarılacak biri olmadığı zamanlarda bile sana sarılmalı DAYANILMAZ OLDUĞUN ZAMANLARDA BİLE SANA DAYANMALI.

...

Birgün kaldığın yerden başlayacaksın, biri seni bulacak.
Önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan, biraz ürkeceksin.Ne kadar dirensen de nafile, insansın sonuçta seveceksin.Eski acılara bakıp da küsme sevdalara; gâvura kızıp da oruç bozulmaz, sök at kafandan acaba'ları!Bir kemik aynı yerden iki defa kırılmaz.....
can yücel

Mihrimah Sultan



Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan 17 sine bastığında, iki kişi onunla evlenmek ister.Mihrimah yani Mihrü Mah Farsça'da "Güneş ve Ay"anlamına gelir. Kızla evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa, diğeriyse Mimar Sinan'dır.
Padişah kızını Rüstem Paşa'ya verir. Koca Sinan evlidir, ellisindedir ve Mihrimah Sultan'a deliler gibi aşıktır! Gerçi sevdiğine kavuşamamıştır ama, aşkını olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.
Üsküdar'a sarayın isteği ile elbet, 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii'nin temelini atar 1548'de bitirir. Camiyi yaparken eserine sanki "etekleri yerleri süpüren bir kadının" dış çizgilerini verir.
Derken, ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı'da, pek kimselerin uğramadığı ıssız ama İstanbul'un en yüksek tepelerinden birine, ikinci bir eser yapmaya koyulur Mihrimah Sultan'a. Cami küçücüktür. Minaresi 38 metredir, bir adet incecik kubbesi üzerindeyse 161 pencere caminin iç güzelliğini aydınlatır, içerdeki sarkıtlar ve minare kenarındaki işlemeler, Mihrimah Sultan'ın topuklarını döven saçlarını anımsatır inasana. İşte aşk'a adanmış iki eser.

Şimdi, gidin Edirnekapı ve Üsküdar'da camileri aynı anda görebileceğiniz bir yer seçin.Ve 21 mart'ta yani gece ile gündüzün eşit olduğu günde seyredin. 21 Mart aynı zamanda Mihrimah Sultan'ın doğum günü..
Göreceğiniz manzara şudur: Edirne camiinin tek minaresi ardından kıpkırmızı güneş batarken,Üsküdar camiinin ardından ay doğar! Mihrü Mah=Güneş Ay
Bu nasıl akıllara ziyan bir hesaplamadır, nasıl bir güzellik anlayışı ve nasıl bir aşkdır?

Mevlana'dan


Aldığımız nefesi bile geri veriyorsak; Demek ki hiçbir şey bizim değil..!
mevlana

15 Ağustos 2010 Pazar

Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa...


Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama, yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh n...e güzel yine uyandım diye sevin. Pencereni aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin.
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin. Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin. Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart, çek kızarmış ekmek kokusunu içine.
Bak güzelim kahvaltının keyfine. Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis, önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin.
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.

Sonra koş git işine, dünden, önceki günden, hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla, ohhh şöyle bir hafifle. Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için “alo” de, hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa.
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al. Sonra, şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, sen çok darda iken kimler seni ferahlattı, hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi? Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor. Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak.
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun. Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun. Saklama tabakları, bardakları misafire, sizden ala misafir mi var bu dünyada. Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil, şöyle keyif’e keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının. Gece evinde, dostların olsun sohbetin yemeğin, kahkahan olsun.
Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun?Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!
can yücel

13 Ağustos 2010 Cuma

kolaydır nokta koymak

Kolaydır aslında nokta koymak biten cümlelere zor olan başlamaktır söze . Kolaydır kendini kandırmak çünkü alışılmışlığı vardır yaşanılan sahteliklerin,zor olan bakabilmektir qerçeklere . Kolaydır seni seviyorum demek!zor olan taşımaktır o sevgiyi hücrende...Kolaydır ölmek çünkü hissizlik vardır sonunda . Zor olan yaş...ayabilmektir . Yalansız , Onurlu ve Özgürce ! (:

11 Ağustos 2010 Çarşamba

"Çok Yaşa" yın ve de "siz de görün"üz.


O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse,
kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
can dündar

Kızlarınızı İyi Yetiştirin..

Kızlarınızı iyi yetiştirin.
Kendi kendilerine yetmeyi öğretin.
Namuslu olmanın yür...ekten geçtiğini öğretin. Evden çıkar çıkmaz ilk köşede eteğinin boyunu kısaltmasına gerek olmadığını öğretin.
İstediğini giymeyi öğretin . İnsanın ahlakının sadece kendi beyninde olduğunu öğretin.
Kıskanılmanın sevilmeyle aynı olmadığını öğretin. Kıskanılmanın güzel, saygısızlığın kötü olduğunu öğretin.
Beni çok kıskanır, dışarı çıkarmaz, şunu bunu giydirmez diyen adamla gurur duymamayı bunun aslında kendine hakaret olduğunu öğretin.
Arayıp neredesin ; kiminlesin vs. diyen adama seni tanımadan önce nasıl davranacağımı bilmiyor muydum haddini bil demeyi öğretin.
Eşlerini aldatan erkeklerin yanındaki ikinci kadın olmamayı öğretin.

Oğullarınızı iyi yetiştirin.
Karşı cinse saygı duymayı öğretin.
Gece yarısı evine dönen kadının "aranmadığını" öğretin.
Bir kadının omzuna arkadaş olarak da sarılabileceğini öğretin.
Dokunmaktan korkmamasını öğretin.
Sevmenin değer verme olduğunu öğretin.
Sahip çıkmayla sahibi olmanın farklı olduğunu öğretin.
Bulunmaz Hint kumaşı olmadıklarını; olsalar bile burun silinen mendillerinde kumaştan yapıldığını; hiç kimseyi küçük görmemeyi öğretin.
Ama bunları önce kendi içinizdeki çocuğa öğretin.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Neyzen'den Hayat Üzerine


Yaşam üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama, biraz duraksa, neler olup bittiğine anlam verme.
Mutlaka yanlış bir şey oldu ve düşüncelerin ile dileklerin aynı orantıda değildi ve varlığın ile buluşamadı. Sorun yok, sadece bekle. Güneş doğacaktır, çimler yeşerecektir, çiçekler açacaktır, rüzgar esecektir ve yağmur yağacaktır, zorlamaya gerek yoktur,olması gereken kendiliğinden olur! İzlemene devam et, şahitlik güzeldir, hem olayın dışındasındır hem de içinde,
o bir dengedir, o anlamlıdır, şahit ol, tanık ol, olan ile bütünleş, güzellik olanların içinden filizlenecektir; zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur!..
Hayat üçbuçukla dört arasındadır. .. Ya üçbuçuk atarsın, ya da dört dörtlük yaşarsın...
neyzen tevfik

6 Ağustos 2010 Cuma


Üzülme der Mevlana ..! istediğin bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için ya da gerçekten de olmaması gerektiği için olmuyordur. . . !

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Zorlamayacaksın...




Olsun istersin…
Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha da fazla üstelersin.
A
şktır ; değer verirsin, ödün verirsin, sevgiden de öte saygı gösterirsin, olmayacak kaç şey varsa bir araya bile getirirsin…
Bakarsın, ne anlattığını anlayabilmiş (?) ne de çözüm için bi’şeyler yapma gayretinde.
İştir ; sabahlarsın, “olsun” diye ailenden çaldığın zamanı oraya verirsin…
Dosttur ; hayatta kimseyi dinlemediğin kadar dinler, kendine ayırmadığın onca şeyi “O’na” ayırmaya çalışırsın…
Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bir bakarsın… Bakarsın ki her şey başladığın gibi!
Olmuyorsa, olmuyordur!

Gönlün rahat mı?
Elinden geleni yaptın mı?
Cidden olmuyorsa zorlamayacaksın…
can yücel

3 Ağustos 2010 Salı

Netice


...İnsanoğlu, tabii mecrası içerisinde sevmek ve sevilmek duygusu ve kaygusuyla yaratılmıştır. Uslubuna, ahlakına ve anlayışına uygun olanı sevmek; sevdiğini daima görmeyi arzu etmek ve araya zaman ile mesafe girince onu özlemek, makul bir insaniyetin vaz geçilmez şartlarındandır. Hand olsun ki bizler de; sevmenin ve özlemenin lezzetini tadan; ancak bununla birlikte ayrılık acısının sevgiden doğduğunu bilen ve sevgiliye kavuşmanın ne büyük bir nimet olduğunu farkeden kimselerdeniz...
fütuhu'l gayb'dan