30 Ekim 2010 Cumartesi

KADINSAN...!



Kadınsan kadın gibi olacak,
Adam gibi adamı seveceksin…

Yürüyünce güller açacak önünde,
Ağlayınca inciler dökülecek.
Güneş seninle doğup seninle batacak.
Vermeyi de almayı da bileceksin doyuncak.
Sert olacaksın yerinde, yerinde yumuşacık.
Söz dinleyip susmayı da bileceksin usulcacık…

İşveyi, nazı, cilveyi, gülüp eğlenip raksetmeyi
Oyun bileceksin kadınsan…


Süründürüp yalvartmayı, tutsak edip bağlamayı,
Kaçmayı kovalamayı, av olup avlamayı,
Gözlerinden niyetini, istemez görünüp istemeyi
Bileceksin kadınsan… Akıllı olacaksın kadınsan.
Leb demeden leblebiyi,
Nereden gelinip nereye gidildiğini,
Rüzgarın nerden estiğini.
Çevirip yelkenleri, çekmeyeceksin boşa kürekleri…
Anlatınca dinlemeyi, konuşunca dinletmeyi,
Sorulunca söylemeyi bileceksin kadınsan…

Doğurgan olacaksın kadınsan.
Çatır çatır sancılı olsa da analık,
Adam edip adamı,
Birlikte büyüteceksin onu da kendini de…
Taş basıp bağrına, gıkını çıkarmayacak
Gün gelip elin öpüldüğünde öğüneceksin kadınsan…

Sefil etmeyeceksin kocanı, evladını,
Aşını, ekmeğini kotaracak
Gözünü budaktan sakınmayacak
Sözünü kimseden esirgemeyeceksin…
Varı yoktan yaratmayı,
Tozu kiri paklamayı,
Lafı sözü aklamayı,
Kusurları saklamayı,
Karanlığı dağıtmayı
Bileceksin kadınsan…

Kırılgan olmayacaksın kadınsan.
Ağlatanı ağlatacak, kapını kapatacaksın.
Diz çöküp yalvaranı affedip okşayacaksın…
Basan olursa damarına, çattın mı hele kaşlarını,
Ateşle oynayacak, bir koyup bin almayı
Bileceksin kadınsan…

Sabırlı olacaksın kadınsan.
Ateşin suyun keyfini beklemeyi,
İlmek ilmek çile üretmeyi,
Bazen önde olup bazen çekilmeyi
Düğümleri tek tek çözmeyi
Bileceksin kadınsan…
Derin tasasız uykuları özleyecek,
Açlığa yokluğa katlanacak,
Alnının terini biriktirecek,
Kan tükürüp kızılcık şerbeti içtim
Diyeceksin kadınsan.

Ağlamayı öğreneceksin, çareler tükendiğinde.
Yırtınıp dizlerini döverek, başını taşlara vurarak
Burnunu çekip için için de…
Elin kolun bağlandığında, tuz bassalar yarana
Sessiz çığlıklar atmayı, bağırmayı, isyanı da
Öğreneceksin kadınsan…

Yılmayacaksın kadınsan.
Zalimse kocan, nankörse bir de evladın
Ardından gideceksin yazgının…
Yıkılsa da evin ocağın kesseler akmayacak kanın.
Taş taş üstüne koyup yeniden
Sarıp bir bir yaralarını başlayacaksın en baştan…

Dayanacaksın kadınsan.
Ateşlerde yanmaya, rüzgarlarda savrulmaya,
Köpek olup yalvarmaya, dolmaya boşalmaya.
Sözün ağırına, sevginin arsızına.
Kurtlar kemirse de içini, kudursan da ihtirastan
Dayanacaksın ihanete, yalana…

Alışacaksın kadınsan.
Bahara kışa, gündüze geceye,
Çevrime döngüye, erimeye çürümeye…
Gidip te dönmeyene, kadir kıymet bilmeyene
Alışacaksın…

Anlayacaksın ateşin sıcak, suyun soğuk,
Taşın sert, bıçağın keskin olduğunu.
Anlayacaksın aşkın yalan, sevginin gerçek olduğunu.
Kollarında olanınsa yanında olmadığını.
Anlayacaksın kadınsan…

Kadınsan kadın gibi olacak,
Adam gibi adamı seveceksin

26 Ekim 2010 Salı

yasak dediler...



Senin için ‘ yasak ‘ dediler.
—Yasaklar çiğnenmek içindir, dedim.

Senin için ‘ imk...ânsız ‘ dediler.
—Önemli olan imkânsızı başarmak, dedim.

Senin için ‘ olmaz ‘ dediler.
—Dünya da olmayacak şey yok, dedim.

Senin için ’ zor ‘ dediler.
—Kolay olsaydı değeri olmazdı, dedim.

‘ Onda bulduğun nedir ki ‘ dediler.
—Herkeste arayıp bulamadığım, dedim.

Senin için ‘ o ne ‘ dediler.
—Hayattaki gülen yüzüm, dedim.

‘ Ona öyle nasıl bağlandın ‘ dediler.
—Ben değil o ”bağladı” dedim.

‘ Oda senin gibi sevdi mi ‘ dediler.
İşte cevap veremediğim tek şey buydu.

‘ Eğer bunu bilmiyorsan vazgeç ‘ dediler.
—Vazgeçecek olsaydım sevmezdim, dedim.

17 Ekim 2010 Pazar

Ne güzel cahildik



Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz b...ozulmazdı hiç!
Murat Başaran'ın bu muhteşem yazısını eski cahillikleri özleyenler için

Dışarıda kar...
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa...

Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...

Bir kez olsun kümesten yumurta almamış,
bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında, boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...

Dışarıda kar...
İçeride kanaat...
İçeride huzur...
Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer,
kokusuna râm olurduk.
Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...

Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma
dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine,
geniş ve besleyici bir masal dünyası...

Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret
kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi,
sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı... Domates de...
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.

Dışarıda kar...
İçeride huzur...
Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu,
yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi...
Kimin umurunda...

Ne güzel cahildik.
Mutluluğun resmini çiziyorduk..

Bir Karı-Koca'nın Aynı Gün Günlüğe Yazdıkları :))))


Kadının Günlüğüne yazdıkları:

Bugün üç yıl bitti.

Onun karşısına gelinlikle çıktığ...ım günkü kadar mu...tluyum. Tanrım, onu ne kadar seviyorum.

Mükemmel bir erkek,cazibeli, yakışıklı, anlayışlı,sevecen, her şey var.

Bugün Cumartesi,bıraktım arkadaşlarıyla eğlensin.

En sevdiği yemek olan pastırmalı Kurufasulye ile pilav yapıyorum.

Pişti, demleniyor.

Banyo yaptım, en sevdiği kıyafeti giydim.

Yemekten sonra, şöminenin karşısına bir şişe kırmızı şarapla uzanacağız...

Eve geldi sonunda.
Beni öpüşü biraz soğuktu, aklı başka yerde sanki.

Aman Tanrım, yoksa?

Tüm cilvelerime rağmen, bana yanaşmadı. Arkadaşlarıyla ne yaptığını sordum, ağzında birşeyler geveledi.

Yemekte biraz keyfi yerine gelir gibi oldu, ama hala dalgın, hala uzak, hala kabuğuna çekilmiş.

Herhalde ÖTEKİNİ düşünüyor. Benden genç mi acaba?
İşyerindeki sarışın pazarlama temsilcisi olmasın?

Şöminenin karşısında şarabımızı yudumlarken, artık dayanamadım 'neyin var?' diye sordum.
Gülümsedi, zoraki bir gülümseme, acı dolu, uzaklık dolu.. 'Yok birşeyim' diye geçiştirdi.

O gürül gürül yanan aşkın bu kadar çabuk biteceğine inanamıyorum, daha dün bana ebediyete kadar benimle olmak istediğini söylüyordu.

Bugün aramızda iletişim kopukluğu başladı bile.

Belki de kilo alıyorum. Çok mu vır vır yapıyorum? Elini tuttum. Elimi okşadı,ama eller hissiz, parmak uçları soğuk... Stepe başlasam? Çocuk istesem? Yalan, yalan, yalan.

Kendimi kandırmaktan başka bir şey değil bunlar.
Bitti...Bittti...Bitti. Tanrım, ölmek istiyorum. Kendimi son kez onun kollarına attım. Ağlaya ağlaya uykuya dalmışım.

Kocanın Günlüğüne yazdıkları :

Öff be, FENERBAHÇE yine yenildi. Ama, kuru fasülye güzeldi.

NOT: erkekler kalem gibidir......nekadar ince gözükseler de ham maddeleri odundur.

14 Ekim 2010 Perşembe

PEKİ YA İNSAN ?


"Yere düsen ekmegin üstüne basan insan görmedim ama yere düsen insani tekmeleyen çok kisi gördüm" diyor... Saygili olmaktaki kusurlarimizi söyle anlatiyor:

- Birbirimize saygili olma konusunda 3 tip temel hatamiz var...

Avrupa'da yasayan vatandasimiz, orada yerlere çöp atmiyor ama Kapikule'den girer girmez yerlere tükürmeye, çöp atmaya basliyor. Niye burada böyle yapiyorsun diye soruldugunda, herkes böyle yapiyor diyor. Kendi fikri olmayan insanin duruma göre hareket etmesidir bu.

Ikinci hatamiz, adama göre davranmamiz. Karsimizdaki adam iri yariysa, 'Buyur Abi', diyoruz, ufak tefekse, 'Ne var lan!' diyoruz. Oysa ki, insanlarin onuru birbirine esittir.

Üçüncü hata, keyfimize göre davranmak. Keyfimiz yerindeyse eve girerken 'Merhaba millet' diyoruz, degilse surat asiyoruz. Oysa keyfimiz yerinde olsun olmasin insanlara saygili davranmak zorundayiz.

Diyorum ki, yerdeki ekmege saygili olma konusunda ülkemde mutabakat var, kimse basamaz, ayagiyla dürtüklemez ya da öper, koyar bir kenara.

Ekmek nimettir kabul, peki insan nimet degil mi?

PROF. Üstün DÖKMEN

8 Ekim 2010 Cuma

♥ Aşk


... . Bir sevda düşlemesi gibidir aşk !... Yanmaktır bir gülün kırmızısında... Türküler yakmaktır sevgiliye... Gün batımlarında tutulan sevdaları gün doğumlarında aramanın adıdır aşk... Seherlerde bülbülün yanık nağmelerinde gül hasreti çekmektir... Güle rengini veren, yüreğini veren bülbül olmaktır aşk... Aşk... Kar beyazı vefalar saklar bağrında ama sonu "kaf" la biten, "aşk" ta kalb vardır... Çünkü Kaf, kalbidir aşkın... Aşkın kalbini çıkarıp aldığınızda geriye "aş" (k) kalır, ceset kalır, madde kalır... Aşk medeniyetinin sevgi pazarında, gönlümü bir sevdaya, son sevdaya, en sevdaya sunmanın hesabındayım... Kapısına gelen aşıkına seslenen sevgilinin tek olma hayali gibi… - Kimsin ?.. diye seslenir kapısını çalana… Aşka tutulan aşık "benim" der... Ve tekrar seslenir sevgili... - Burada iki kişiye yer yok... Gönlüm teki arzular... Tekrar kapının tokmağına dokunan ve ısrarından vazgeçmeyen aşık, benlik libasından sıyrılır... "Sen' im" der... Vahdete adım atar, bırakır ikiliği, bırakır çokluğu... Sevdiğinde fani olur ve aşk' ın bekasını bulur… Çünkü !... Ebedi aşkı arzulayanlar, sevdiğinde fani olup ölümsüzlüğe kucak açanlardır...

6 Ekim 2010 Çarşamba

...çoğa göz dikmeyişimsin


Bir gün Mevlâna eve girer ve hanımı ona sorar;
" Bu kadar Aşıksın Mevlâ'ya, şükürler olsun bu Aşkı yaşayıp yaşatana..! Peki bana ne kadar Aşıksın..?" der.
Mevlâna hanımına şöyle der;
Sen benim; Yaradan’dan ötürü yaradılanı sevişim,
Bir adım gelene on adım gidişimsin
Ve herkesi olduğu gibi kabul edişimsin
Sen benim; bugünüme şükür ve yarınıma dua edişim,
Azla yetinişim, çoğa göz dikmeyişimsin

5 Ekim 2010 Salı

V.Hugo



Bazen alabileceğin en büyük intikam; affetmektir. Ve bazen karşındakine verebilecek en güzel cevap gülüp geçmektir !

Dünyayı Nasıl Görüyorum ? - Albert Einstein..



Biz dünyalıların ne garip bir durumu var! Burada kısa bir süre için bulunuyoruz.... Niçin geldiğimizi bilmiyoruz, sezer gibi oluyoruz zaman zaman. Ama, çok derinlere gitmeden, günlük yaşam bakımından başkaları için var olduğumuzu biliyoruz; önce, bütün mutluluğumuzu gülümsemelerine ve rahatlarına bağladığımız kimseler için, sonra da, yakından tanımadığımız ama kaderlerine sevgiyle bağlı olduğumuz bütün insanlar için.İç Ve dış hayatımın, ölü ve diri bütün insanların emeğine bağlı olduğunu, aldığım ve hâlâ almakta olduğum şeyleri aynı ölçüde var gücümle vermeğe çalışmam gerektiğini her gün durmadan düşünüyorum. Azla yetinmek gereğini duyuyorum ve çok kez başkalarına gereğinden fazla iş yüklediğimi düşünüp üzülüyorum. Bana öyle geliyor ki,toplumun sınıfları arasındaki ayrılıklar haksız ve yersizdir; bu ayrılıklar, aslında, zorbalığa dayanmaktadır. Ayrıca şuna da inanıyorum ki, sade ve kendi halinde bir yaşayış, beden ve kafa bakımından herkes için daha iyidir.

İnsanın filozofik anlamdaki özgürlüğüne hiç de inanmıyorum. Her birimizin davranışları, yalnız dış baskıların değil içten gelen bir takım zorunlukların da etkisindedir. Schopenhauer'in «Bir insan istediğini yapar ama, istediğini istiyemez» sözü tâ gençliğimde içime işlemiş ve gerek kendi hayatımdaki gerek başkalarının hayatındaki sıkıntılar karşısında sürekli bir avunma, tükenmez bir sabır ve hoşgörü kaynağı olmuştur. Bu düşünce, insanın kolayca elini,kolunu bağlayan sorumluluk duygusunu yumuşatır, gerek kendimizi gerek başkalarını gereğinden çok ciddiye almamızı önler; humur'a (gülen düşünceye) yer veren bir hayat görüşüne götürür bizi.

İnsan hayatının, genel olarak, yaradılışın anlamını ya da amacım" araştırmak, nesnel bakımdan saçma gelir bana öteden beri. Bununla birlikte, herkesin davranış ve yargılarını yöneten bir takım ülküler vardır. Bu bakımdan, rahatlık ve mutluluğa, hiç bir zaman birer amaç gözüyle bakmadım. Böyle bir ahlaksal temel domuz sürülerine yaraşır daha çok. Yolumu aydınlatan, bana durmadan yaşama sevinci ve cesareti veren ülküler,İYİLİK, GÜZELLİK ve DOĞRULUK olmuştur. Aynı inançları paylaştığım insanlarla birlik olduğumu duymasam, sanat alanında ve bilim araştırmalarında hiç bir zaman ulaşılamıyacak bir amaca yönelmesem, hayat bana bomboş gelebilirdi. Nice insanların her gün ardına düştükleri mal mülk edinme, kolay başarı kazanma, süslü püslü yaşama, tâ çocukluğumdan beri tiksinti uyandırmıştır bende.

Bende coşkun bir toplumsl adalet ve sorumluluk duygusu vardır ama, nedense insanlara ve insan topluluklarına doğrudan doğruya bağlanma isteği hemen hiç yoktur. Ben tek başına düşünen bir insanım, dar anlamıyla hiç bir zaman bütün yüreğimle ne devlete bağlı kalmışımdır, ne ana yurda, ne dostlar çevresine, ne de aileye. Bütün bu bağlara karşı hiç eksilmeyen bir yabancılık ve yalnızlık duygusu beslemişimdir.Bu duygum yaşlandıkça daha da artmıştır. İnsan vahlanarak da olsa, başkalarıyla anlaşma ve uzlaşmanın bir sınırı olduğunu açıkça görür. Bunu gören, gerçi,iç temizliğini, kaygısızlığını azçok yitirir. Ama, buna karşılık, başkalarının düşüncelerinden, alışkanlıklarından ve yargılarından geniş ölçüde bağımsız, kalarak kendi dengesini hiç de sağlam olmayan bir temel üstüne kurmaya kalkmaz.

Benim politik ülküm demokratik ülküdür. Herkes saygı görmeli ama, hiç kimseye tapılmamalıdır. Bana karşı insanların gereğinden çok saygı ve hayranlık göstermesi talihin bir cilvesidir. Bunda benitaı kabahatim olmadığı gibi, hak etmiş de değilim bunu. Bu aşırı saygı, benim cılız gücüm ve ardı arası gelmez didinmelerimle bulduğum bir kaç düşünceyi anlamakta zorluk çekmelerinden gelebilir. Çok iyi biliyorum ki, her hangi bir örgütü gerçekleştirmek için, bir tek kişinin düşünmesi, buyurması ve toptan sorumluluk yüklenmesi gerekir. Ama yönetilenler baskı altında olmamalıdır. Yöneticilerini seçebilmelidirler. Zorbalığa dayanan otokratik bir düzen, bence, kısa zamanda bozulur. Çünkü, zorbalık ruhça aşağılık insanları çeker ve dâhi zorbaların yerine haydutların geçmesi şaşmaz bir yasadır bence. Bu yüzden, bugün italya'da ve Rusya'da gördüğüm böylesi düzenlerin karşısındayım var gücümle. Bugünkü Avrupada demokrasi yolunun gözden düşmesinin nedenini, demokrasinin temel düşüncesinde değil, hükümet başındakilerin kolay değişkenliğinde ve oy mekanizmasının kişileri tek tek hesaba katmayan niteliğindedir. Ama bence Kuzey Amerika Birleşik Devletleri bu bakımdan doğru yolu bulmuşlardır. Uzunca bir süre için seçilmiş sorumlu bir başkanları vardır, ve bu başkan sorumluluğunu etkin olarak taşımasına yetecek güçten yoksun değildir. Buna karşılık, bizim politik sistemimizde insan tekinin hastalık ya da yoksulluk hallerinde gördüğü geniş ilgiyi değerli buluyorum. İnsanlığın çarklarında, bana gerçekten önemli görünen devlet değil, yaratıcı ve duygun insanteki kişiliğidir. Soylu ve yüce olanı yaratan odur. Çoğunluksa düşüncede budalalığa, duygularda şaşkınlığa düşebilir.

Bu konu beni sürü haline gelen insan topluluklarının en kötüsünden, hiç sevmediğim ordudan söz açmaya götürüyor.Bir mızıkanın ardından sıra sıra yürümekten zevk alan kimseyi adam yerine koymam. Onda, bir beyin olmasa da olur. Yalnız murdar ilikle bu iş pekâlâ başarılabilir. İnsan uygarlığının bu yüz karasını bir an önce yok etmek ' gerekir. Ismarlama kahramanlık, budalaca oldu bittiler, sözde yurtseverlik palavraları tiksindirir beni. Savaş ne kadar iğrenç, ne kadar aşağılık geliyor bana! Böyle yürekler açısı bir işe girmektense, dilim dilim kesilmeye razıyım. Buna rağmen, insanlara o kadar güvenim var ki, bence bu umacı çoktan yeryüzünden kalkmış olurdu, eğer okul ve basın.Bu satırlar Hitler ordusunun dünyayı kasıp kavurduğu ve 6.000 yahudiyi zehirli gazlarla öldürdüğü günlerde yazılmıştır.

Duyabileceğimiz en güzel şey, hayatın esrarlı yanıdır. Sanatın ve gerçek bilimin beşiğinde bu ana duygu vardır. Onu bilmeyen, dünya karşısında şaşkınlık ve hayranlık duymayan kimse, ne de olsa, ölü ve gözü kapalı gibidir. Hayatın sırlarıyla karşı karşıya gelmek, korku ile de karışarak dinleri yaratmıştır. Ulaşamayacağımız bir şeylerin var olduğunu bilmek, ancak en ilkel bir biçimde anlayabileceğimiz en derin aklın ve en parlak güzelliğin belirtilerini görmek, bu bilgi ve bu gerçek dindarlığın tâ kendisidir. İşte bu anlamda, ve yalnız bu anlamda, derinden dindar olan insanlara katılıyorum. Kendi yarattıklarını cezalandıran ya da ödüllendiren, biz insanlarınkine benzer istekleri olan bir Tanrıyı benim aklım almaz. Bedeni ile öldükten sonra yaşayabilecek bir insan da düşünemem. Zayıf yürekliler, korku ya da gülünç bir bencillikle bu.çeşit düşünceleri beslesinler istedikleri kadar. Hayatın sonsuzluğundaki sır ve gerçeğin akılları aşan kuruluşuna bakış, bir de tabiatta kendini gösteren akim, ne kadar küçük olursa olsun, bir parçacığını kavramak için göstereceğimiz o içten çaba yetiyor bana.

Kaynak;dusundurensozler.blogspot.com