29 Ağustos 2011 Pazartesi

İki Fincan Kahve ve Kavanoz


Ne zaman hayatında bazı şeyler taşınamaz hale gelirse, ne zaman 24 saat kısa gelmeye başlarsa, o zaman mayonez kavanozu ve 2 Fincan Kahveyi hatırlayınız!

Bir gün bir profesör, elinde birkaç kutu olduğu halde derse gelir. Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe bir mayonez kavanozunu alır ve ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar;
Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler. Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker,

Ne zaman hayatında bazı şeyler taşınamaz hale gelirse, ne zaman 24 saat kısa gelmeye başlarsa, o zaman mayonez kavanozu ve 2 Fincan Kahveyi hatırlayınız!

Bir gün bir profesör, elinde birkaç kutu olduğu halde derse gelir. Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe bir mayonez kavanozunu alır ve ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar;
Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler. Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker, böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur. Ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar, onlar da 'evet' doldu derler, profesör bu defa masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker.
Tabii Ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur.
Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar, Öğrenciler de koro halinde 'evet' derler.
Bu sefer profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, Kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Öğrenciler gülerler!
Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek 'eveet' Diyerek;


Ben '
Bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım ' Der.

Şöyle ki;


Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir.

Diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur.


O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir; işiniz,
eviniz, arabanız vs.
Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir.

'Şayet Kavanoza önce kum doldurursanız...' diye, anlatmaya devam eder, 'çakıl taşlarına Ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz.
Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır.
Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz Eden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sağlığınıza dikkat edin. Eşinizle yemeğe çıkın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin


. Gerisi hep kumdur.
Bu Ara Bir öğrenci sorar; 'Peki, O iki fincan kahve nedir?'
Profesör gülerek: 'Bu soruyu bekliyordum, Hayatınız ne Kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan Kahve içecek kadar yer vardır.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Mevlana


MEVLANA der ki; "Dibi yosun tutan denizlerle ilgilenme, sen dağları seyret. Yenik düşüyorsan özlemlerine aldırma, kalbindeki o uçsuz bucaksız sevgiyi hisset. Işıklar sönmüşse ve karanlıksa ona da aldırma, ay ışığını seyret. SABRET... Sabret ki herşey hissettiğin kadar derin ve sonsuz olsun. Sabret ki herşey gönlünce olsun"...

12 Mayıs 2011 Perşembe


bir erkek elinden kaçırdığı kadını değil,ona aynı ayrıntılarla sahip olan bir başka erkeğin talihini kıskanır...
"bana yaptıklarını onada yapıyorsa" düşüncesi sadece othello gibi savaşlar kazanmış bir mağripliyi değil tüm erkek soyunu zıvanadan çıkarmaz mı?

M.URGAN

Gitmeyi Başaranlar...


"Gitmeyi başaranlar inandırıcı insanlardır benim gözümde.
İnsan bir kez gidebilmeyi başardıysa söylediklerini de başarabilme gücüne erişmiş demektir.
Gidebilmek hayatın bütün tehditkar ve şımarık yüzlerine kafa tutabilmektir bir bakıma.
Gidebilmek, hiçbir şeyi umursamadan,kendi masalına anlatılan yolları adımlayabilmektir..."

TARIK TUFAN

3 Mayıs 2011 Salı


İyimserler ve karamsarlar arasında tercih yapmamız gerekmez.Onlara ihtiyacımız var...Örneğin; iyimserler uçağı icad ettiler, karamsarlar paraşütü...

"Sadece sarılıp uyuyalım" diyen adamın yalanıyla 'Sadece mağazaları gezeceğim birşey almayacağım' diyen kadının yalanı kıyasıya yarışır.

Aldığımız nefesi bile geri veriyorsak ; demek ki hiçbir şey bizim değil..! '

"Kimseye kirli ayaklarıyla beynimde gezme fırsatı vermem."(GANDHİ OTOBİYOGRAFİSİ)

Bir gün Mecnun çölde Leyla'yı düşünerek gezerken namaz kılan bir faninin önünden geçer... Namazı bıtırdıkten sonra fani: Ey Mecnun beni görmüyor musun da namaz kılarken önümden geçiyorsun? Mecnun: Ey fani ben Leyla'yı düşünürken Seni görmedim, Sen Mevla'yı düşünürken beni nasıl gördün ?

Kadınlar duyduklarına aşık olur erkekler de
gördüklerine , o yüzden kadınlar makyaj yapar, erkekler de yalan soyler... (çok iyi ya)

Önemli olan medeni halin bekar olması değil, bekar halin medeni olmasıdır...

Evlat


KIZ evladı rahmet ERKEK evladı nimetdir,ALLAH nimet için sorgu sual eder, rahmet için ödüllendirir.

26 Nisan 2011 Salı

Mevlana


Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum. Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi.
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu.
Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim. Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu.
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek Gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra.
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana.
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi.
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi.
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta.
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde.
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün.
Ve gerçeğin acı olduğunu.
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da “lezzet” kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya ... Kalp durur ... Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur ...

Zenginlik


Zenginlik;
Merdivenleri yardımsız çıkabilmektir.
Pencereden bakıp, yoldan geçenleri görebilmektir.
Her akşam kendi kapını kapatabilmektir.
Saçının okşanmasıdır.
Kolundaki saatin geleceği göstermesidir.
Bir sonraki hafta için plan yapabilmektir.
Güzel günleri bekleyebilmektir.
Bazen bir tabak makarnadır.
Bazen iki tane domates ve bir taze ekmektir.
Kendine inanabilmektir.
Zenginlik varlığından mutluluk duyabildiğin herşeydir.
Fakirlikse,bir kez tanıyıp,sonra yokluğunu öğrenmektir...

İclal Aydın

25 Nisan 2011 Pazartesi


İnternette yaygın biçimde dolaşan aşağıdaki metin Japonya deneyimine ilişkin dikkate değer noktaları dile getirdiği için, Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun önerisiyle İngilizceden çevrilmiştir.


JAPONYA'DAN ÖĞRENİLMESİ GEREKEN 10 ŞEY

Çeviren: Erkan Altinsoy (Afette Rehber Çevirmenlik)
1. AĞIRBAŞLILIK
Hiçbir dövünme ya da aşırı hareketlerle ızdırap ifade etme görüntüsü yok. Üzüntünün kendisi yüceltildi.

2. ONUR
Su ve yiyecek kuyruklarındaki disiplin. Hiçbir kaba söz ya da sert el kol hareketi yok. Sakinlikleri takdire ve övgüye değer.

3. YETENEK
Örneğin, inanılmaz mimarlar. Binalar sallandı ama yıkılmadı.

4. ERDEM (Bencil olmama)
İnsanlar sadece o anda ihtiyaçları olan şeyleri satın aldılar, herkes bir şeyler alabilsin diye.

5. DÜZEN
Hiçbir dükkan yağmalama yok. Yollarda korna çalmak, sollamak yok. Sadece anlayışlı tavırlar.

6. FEDAKARLIK
Elli çalışan deniz suyu pompalamak için nükleer reaktörlerin içinde kaldı. Bunların yaptıklarının karşılığı nasıl ödenebilir?

7. DUYARLILIK
Lokantalar fiyatlarında indirim yaptı. Korunmayan bir bankamatiğe hiç kimse saldırmadı. Güçlüler zayıflara baktı.

8. EĞİTİM
Yaşlılar ve çocuklar dahil herkes ne yapacağını tam olarak biliyordu. Aynen de yaptılar.

9. MEDYA
Bültenlerde kendilerini mükemmel bir şekilde dizginlediler. Aptalca konuşan muhabirler/spikerler yoktu. Sadece sakin bir şekilde yapılan habercilik. En önemlisi de, DURUMDAN FAYDALANARAK KOLAY YOLDAN KENDİNE PAY ÇIKARMAYA ÇALIŞAN POLİTİKACILAR YOKTU.

10. VİCDAN
Bir mağazada elektrikler kesildiğinde, insanlar aldıkları şeyleri tekrar raflarına koydular ve sessiz bir şekilde çıktılar.

Ülkeleri dev bir afete uğramış durumdaki Japon vatandaşlarından dünyanın alacağı çok dersler var.

Bu Hocanın Eli Öpülür...


Dört Üniversite öğrencisi..
Yurt odasında gece geç vakitlere kadar eğlenirler, ertesi günkü sınavı gençliklerine karşı planlanmış bir saldırı olarak düşünürler.

Ertesi gün de yüzlerini ve giysilerini olabildiğince
Kirletirler ve dekana çıkıp bir önceki gece bir düğüne gittiklerini, dönüş yolunda arabanın lastiğinin patladığını, bütün yol boyunca arabayı itmek zorunda kaldıklarından sınava yetişemediklerini söylerler.

Dekan da üç gün sonra sınava alabileceklerini bildirir. Kafadarlar teşekkür edip üç gün sonra sınava girece klerini söyleyip ayrılırlar.

Sınav günü geldiğinde kendilerine bu sınavın özel
Bir sınav olduğu, her birinin ayrı ayrı odalarda sınava girecekleri açıklanır.

Son üç günde iyi hazırlanmış olduklarından bunu
önemsemezler. Sınav başlar; sınav 100 puanlık iki
Sorudan oluşmaktadır:

Soru 1: Adınız ve soyadınız (2 puan)

Soru 2: Hangi lastik patladı? (98 puan)
A) Ön Sol
B) Ön sağ
C) Arka Sol
D) Arka sağ

Bu ODTÜ'nün ünlü Muhan hocasıdır. Dersleri efsane gibi anlatılır. Bir süre önce rahmetli oldu.

20 Nisan 2011 Çarşamba

Yürüyüp Gittim


Onsuz yaşayamayacağını düşündüğün birine nasıl hoşçakal dersin!?”
Ben demedim.
Ben hiçbir şey demedim.
Sadece yürüyüp gittim…

18 Nisan 2011 Pazartesi

Hırsızlarımız


Şu 2 hırsızı yakalamaya çalışmayın; Düne ait üzüntüler, yarına ait korkular (cursler)

3 Hikaye - 3 Ders - 1 Söz



1.Hikâye
Kavak Ağacı ile Kabak
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış.
Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.

1.Ders: Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır.


2. Hikâye
En iyi Buğday
Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

2. Ders: Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.



3. Hikâye
Geleceğini biliyordum...
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti;
-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma... Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;

-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi...
-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-Geleceğini biliyordum...

3. Ders: Güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir.

"Her sabah Afrika'da bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir.
Her sabah Afrika'da bir aslan uyanır. En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır.
Aslan veya ceylan olmanız fark etmez. Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur." (Afrika Atasözü )

Çok çalışmak, emek harcamak, güven vermek, sevmek ve paylaşmak hayatın anlamlı olmasını sağlar. Her sabah uyandığımızda bir de böyle bakalım dünyaya. Unutmayın hayat uzun bir öyküye benzer. Ancak öykünün uzun olması değil, iyi olması önemlidir.

Hititler'in M.Ö.2000 Yılındaki Duvar Yazısından


“Tanrım, Beni yavaşlat. Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir… Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele… Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver .. Sinirlerim ve kaşlarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür. Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol… Anlık güzellikleri yaşayabilme sanatını öğret; Bir çiceğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı, güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi ögret… Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat. Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini , yaşamda hızı arttırmaktan çok daha önemli şeyler oldugunu bileyim… Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla. Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır… Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et. Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı olarak yükseleyim. Ve hepsinden önemlisi… Tanrım, Bana değiştirebileceğ im şeyleri değiştirmek için CESARET, Değiştiremeyeceğ im şeyleri Kabul etmek için SABIR, İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL ve HİKMET, Beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak DOSTLAR ver…”

16 Nisan 2011 Cumartesi

Sarılmak...


Sarılmak neden güzeldir bilir misin? Çünkü sağ tarafta kalp yoktur, sağ taraf hep boştur, sarılınca sağ tarafını onun kalbi doldurur...

Bazen öyle konuşacaksın ki karşndaki cevap veremeyecek. Bazen de öyle bi susacaksın ki karşındaki konuşmaya cesaret edemeyecek ...

12 Nisan 2011 Salı

Eşim Olma, Karım Ol

Eşim olma, karım ol! Bakma daha ilkel durduğuna sen, ruhu vardır kelimelerin. “Karı-koca” “eş”ten daha çok şey anlatır. Hatta belki bize unutulmuş bir şeyi söyler. Sahi, biliyor musun? Neden erkeğe “koca”, kadına da “onun karı” demiş eskiler? Eşim değil, karım ol! Kedilerin eşi olur, terliklerin de… İnsanın eşi olmaz. Bir ömür eşlik ediyor diye mi sevgiliye eş denir? Eşlik etmek yeter mi? Fazlasını beklemez mi insan yârinden? Kelimeleri yitirmeseydik anlardık belki, evlenecek erkeğe eskilerin neden ”koca” dediklerini. Çünkü “koca” bilge demektir, yüce demektir. Koca demek, dağ demektir. Ve ne kadar yüce olursa olsun, üstünde kar olmayan dağ eksiktir. Dağların yücesine kar yağar diye kadına da “kocanın karı” demişler. Bakma şimdi evlenenlerin “karı-koca” ilan edildiğine. “Koca ve onun karı” olmalıdır aslında. Yani yüce bir dağ olmalı adam. Kar gibi pak ve masum olmalı kadın. Örtmeli ve bir ömür, süsü olmalı dağın. Çünkü üşür tepesinde kar olmayan dağ, ne kadar yüce olursa olsun, yarım görünür… Eşim olma, karım ol! Bana benzemeye çalışma sakın. Bana benden lazım değil bir tane daha. Ama unutma ki sensiz yarımım. Her zaman söylemem, ama sen anla. Eşim olma, karım ol! Beni tamamla… Halil Çalışkan

10 Nisan 2011 Pazar

Hz.Mevlana

Vefasız kimsenin gönlü gamla, matemle dolsun; vefası olmayan, şu alemde olmasın, yok olsun!...Hz.Mevlana

9 Nisan 2011 Cumartesi

Öyle Birini Bulun Ki

...
Öyle Birini Bulun Ki

Sizin uykuya dalmanızı seyretmek için uyumayan;
Sizi alnınızdan öpen;
Size en zor anlarınızda bulutların üstüne çıkarmak isteyen;Arkadaşlarının önünde elinizi tutan...
Öyle birini bekleyin ki;
Size durmadan size sahip olduğu için kendini şanslı saydığını veya ne kadar önemsediğini hatırlatan;
Arkadaşlarına dönüp 'aradığım o...' diyen...

6 Nisan 2011 Çarşamba

Hiçlik Makamı

Nasrettin Hoca'ya sormuşlar:

“Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”
Dudak bü...küp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:
“Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasrettin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.
“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki, ondan sonra?”

Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş:

“Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam. Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:

"Hiçlik makamında!”

Sek Olmalı "Aşk" dediğin...


Sek olmalı "aşk" dediğin, "yalanla" içmeyeceksin. Yanına kavun gibi tatlı sözler koyacaksın. Sarhoş olmayacaksın ve de saçmalamayacaksın aşkta.. Ayık olacaksın, neyine senin zil zurna! Bileceksin sevmeyi, yanaklarını hissetmediğini anlayana kadar seveceksin. Abartmayacaksın, kalbin kadar seveceksin, gerek yok öyle "büyük" bir aşka,"ufakta yeter"...Ama Seveceksin...

3 Nisan 2011 Pazar

Bilselerdi...


Anlatabilsem sende neler gördüğümü kimse inanmaz hayal derdi.
Bilselerdi sende neler gördüğümü yıllarca hayal görmek isterlerdi.

28 Mart 2011 Pazartesi

Elif Şafak'tan


'Seni uzaktan seviyorum...' diye düşündü erkek içinden.
'Yaklaşmadan, anlatmada...n, anlaşılmadan....
Ben seni beklentisiz seviyorum.
Hiçbir şey ummadan, talepte bulunmadan, hayal bile kurmadan. Kendi içimde taşıdığım sessiz sedasız bir sır bu.
Ben belki de senden çok bu sırrı seviyorum.'

'Seni uzaktan seviyorum....' diye geçirdi kadın içinden ve başını çevirdi.
Bakmadı bile ondan yana. Bakması gerekmedi.

Uzaktan sevmek daha güzeldir bazen.
Ne incitir, ne acıtır. Ne yaralar ne kanatır.
Gözlerinle görmediğin ama sesini duyduğun,
Varlığıyla huzur bulduğun bir denizin
Yakınında yürümek gibidir böyle sevmek...
Uzaktan sevmek en güzelidir bazen."

27 Mart 2011 Pazar

Desem ki;


Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.

Cahit Sıtkı Tarancı

25 Mart 2011 Cuma

Bir Sevgi İletisi

Kadın sevdiği adama sorar: ' Neden Ağlıyorsun? ' Adam cevap verir: ' Seni seveme...diğim için.'

İşte bu yüzden bir kez daha iyi ki varsın diyorum sana.

Senin de beni sevmeni elbette çok isterim. Belki de inanmayacaksın ama, olmasa da olur. Çünkü yıllarca sevgimin öyle çok düşmanı, öyle çok muhafızı vardı ki, ben seninle onları aştım, inan varolman bile yeterli ve seni seviyor olmak bile büyük bir nimet benim için.

Ve şunu bil ki bu sevgime asla çoklarının yaptığı gibi yeteneksizliklerimi, kusurlarımı, yalnızlık korkumu, başarısızlıklarımı yüklemiyorum. Eğer öyle olsaydı, yitirmekten ölesiye korkar, seni kör bir tutkuyla sahiplenirdim.

Oysa seni bir dine bağlanır gibi değil, kendi özgürlüğümü sever gibi seviyorum.

[ CEZMİ ERSÖZ ]

20 Mart 2011 Pazar

Öyle Birini Bulun Ki

Öyle Birini Bulun Ki

Sizin uykuya dalmanızı seyretmek için uyumayan;
Sizi alnınızdan öpen;
...Size en zor anlarınızda bulutların üstüne çıkarmak isteyen;Arkadaşlarının önünde elinizi tutan...
Öyle birini bekleyin ki;
Size durmadan size sahip olduğu için kendini şanslı saydığını veya ne kadar önemsediğini hatırlatan;
Arkadaşlarına dönüp 'aradığım o...' diyen...

Sunay Akın'dan

Çay
bardağında bırakılan dudak payı kadar bile uzak kalamam gözlerine /
Yakın olsun isterim ellerime e...llerin,yanındaki beton binaya yaslanması
gibi köhne bir evin / Seni bir çivi gibi çaktım çünkü beynime ve
toplayıp bütün kerpetenleri attım denize... SUNAY AKIN.

18 Mart 2011 Cuma

Sartre


Hayatta yapilacak o kadar cok hata var ki, ayni hatayi yapmakta israr etmenin anlami yok.
SARTRE

Sevgiyi Bulduysan Sorgulama

'Yillarin bana ogrettigi şeylerden biri de bu oldu; mutlulugu yakalamişsan, sorgulama.'

16 Mart 2011 Çarşamba

ATATÜRK hakkında ilginç Bilgiler


ATATÜRK hakkında ilginç Bilgiler

* Hiç yurtdısına cıkmadığını, butun liderlerin o...nu Turkiye de ziyarete geldiklerini,

* Atatürk`ün dünyada `başöğretmen` sıfatlı tek lider olduğunu,

* Bir geometri kitabı yazdığını. Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin (Türkçe) isim babasını bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemal olduğunu,

* Bir röportajda "Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?" diye sorulur,
Atatürk: "Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için. Davet gelirse düşünürüz". BM yasasını değiştirir ve ilk davet edilen ülke biz oluruz dediğini,

* Yıl 1938, General McArthur´un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüz yirmiden fazla kişiye döner ve aynen şöyle der:
"Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal´i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* Yıl 2000, ABD Başkanı`nın milenyum mesajından bir alıntı :
"Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk´ tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir" dediğini,

* Yıl 1938, Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiir`den alıntı :
"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir"

* Norveççe`de `Atatürk gibi olmak` diye bir deyim olduğunu,

* Kurtuluş Savaşında rütbe alan bir çok kadın askerlerimiz var.
Ama dünya tarihine geçen tek bir üsteğmenimiz var; 700 erkek, 43 kadından oluşan bir müfrezenin reisliğine bizzat Atatürk tarafından atanmış Üsteğmen Kara Fatma olduğunu,

* `Atatürk çiçeği`nin adını, çiçeği bulan Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landin`in koyduğunu ve bu çiçeğin tüm dünyada bu isimle üretilip satıldığını,

* Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina´daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

* "Minber" adında bir gazete çıkarttığını ve 52 sayı yayımlanan gazetede ilk defa sansür kelimesi geçtiğini

* Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı vasiyetinde mezar taşına yazılmasını istediği metni bırakmıştır. Diyor ki: "Bütün ömrüm boyunca Türkiye´nin lideri Mustafa Kemal Atatürk´ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm" ,

* Yıl 2005, Amerika´nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Johns`un önerisi "Türkiye ekonomiyle savaşta bir tek Atatürk´ ü örnek alsın yeter" dediğini,

VE ATATÜRK :

"Milletimi şimdiye kadar söylediğim sözlerle ve hareketlerimle aldatmamış olmakla gurur duyuyorum."
M. Kemal ATATÜRK

15 Mart 2011 Salı


>Zaman dediğimiz algı, aslında bir anı bir başka anla kıyaslama yöntemidir. Bunu bir örnekle açıklayabiliriz. Masaya elimizle vurduğumuzda, masadan belirli bir ses çıkar. Aynı masaya 10 saniye sonra vurduğumuzda yine bir ses çıkar. Kişi, birinci ses ile ikinci ses arasında bir süre olduğunu düşünür ve bu süreye "zaman" der. Oysa ikinci sesi duyduğu anda, birinci ses sadece zihnindeki bir hayalden ibarettir. Sadece hafızasında var olan bir bilgidir. Kişi, hafızasında olanı, yaşamakta olduğu anla kıyaslayarak zaman algısını elde eder. Eğer bu kıyas olmasa, zaman algısı da olmayacaktır.

>Aynı şekilde kişi, bir odaya kapısından girip sonra da odanın ortasındaki bir koltuğa oturan bir insanı gördüğünde, kıyas yapar. Gördüğü insan koltuğa oturduğu anda, onun kapıyı açması, odanın ortasına doğru yürümesi ile ilgili görüntüler, sadece beyinde yer alan bir bilgidir. Zaman algısı, koltuğa oturmakta olan insan ile bu bilgiler arasında kıyas yapılarak ortaya çıkar.

>Ünlü fizikçi Julian Barbour, zamanın tarifini şöyle yapmaktadır: Zaman eşyaların pozisyonlarını değiştirme ölçüsünden başka birşey değil. Bir sarkaç sallanır, saatin kolları ilerler. (Tim Folger, "Buradan Sonsuzluğa", Discover, Aralık 2000, s. 54)

>Kısacası zaman, beyinde saklanan birtakım hayaller arasında kıyas yapılmasıyla var olmaktadır. Eğer bir insanın hafızası olmasa, beyni bu tür yorumlar yapmaz ve dolayısıyla zaman algısı da oluşmaz. Bir insanın "ben otuz yaşındayım" demesinin nedeni, beyninde söz konusu otuz yıla ait bazı bilgilerin biriktirilmiş olmasıdır. Eğer hafızası olmasa, ardında böyle bir zaman dilimi olduğunu düşünmeyecek, sadece yaşadığı tek bir "an" ile muhatap olacaktır.

>The End of Time (Zamanın Sonu) isimli kitabında zamansızlık ve sonsuzluk hakkındaki açıklamaları ile bilim dünyasında büyük yankı uyandıran fizikçi Julian Barbour, zamanın bir algı olmasının, birçok insan için kabullenilmesi zor bir gerçek olduğunu belirtmektedir. Discover dergisinde, Barbour ile yapılan bir röportajda zaman algısı için şu yorumlar yapılmaktadır:

>Ben hala kabullenmekte zorlanıyorum" diyor (Barbour). Ancak, sağ duyu evreni anlamak için hiçbir zaman güvenilir bir yol gösterici olmadı-Copernicus Güneş'in Dünya çevresinde dönmediğini ilk söylediğinden beri fizikçiler algılarımızı şaşırttılar. Herşeye rağmen, Dünya 67,000 mil/saat hız ile boşlukta dönerken en ufak bir hareket bile hissetmiyoruz. Barbour zamanın geçtiğine dair hissimizin, "Düz Dünya Cemiyeti"nin (Flat Earth Society) batıl inancı kadar yanlış olduğunu iddia ediyor." (Tim Folger, "Buradan Sonsuzluğa", Discover, Aralık 2000, s.54)

>Nobel ödüllü ünlü genetik profesörü ve düşünür François Jacob ise, Mümkünlerin Oyunu adlı kitabında zamanın geriye akışı ile ilgili şunları anlatır: Tersinden gösterilen filmler, zamanın tersine doğru akacağı bir dünyanın neye benzeyeceğini tasarlamamıza imkan vermektedir. Sütün fincandaki kahveden ayrılacağı ve süt kabına ulaşmak için havaya fırlayacağı bir dünya; ışık demetlerinin bir kaynaktan fışkıracak yerde bir tuzağın (çekim merkezinin) içinde toplanmak üzere duvarlardan çıkacağı bir dünya; sayısız damlacıkların hayret verici işbirliğiyle suyun dışına doğru fırlatılan bir taşın bir insanın avucuna konmak için bir eğri boyunca zıplayacağı bir dünya. Ama zamanın tersine çevrildiği böyle bir dünyada, beynimizin süreçleri ve belleğimizin oluşması da aynı şekilde tersine çevrilmiş olacaktır. Geçmiş ve gelecek için de aynı şey olacaktır ve dünya tastamam bize göründüğü gibi görünecektir. (François Jacob, Mümkünlerin Oyunu, Kesit Yayınları, 1996, s. 111)

>Beynimiz belirli bir sıralama yöntemine alıştığı için şu anda dünya üstte anlatıldığı gibi işlememekte ve zamanın hep ileri aktığını düşünmekteyiz. Oysa bu, beynimizin içinde verilen bir karardır ve dolayısıyla tamamen izafidir. Gerçekte zamanın nasıl aktığını ya da akıp akmadığını asla bilemeyiz. Bu da zamanın mutlak bir gerçek olmadığını, sadece bir algı biçimi olduğunu gösterir.

>Zamanın bir algı olduğu, 20. yüzyılın en büyük fizikçisi sayılan Einstein'ın ortaya koyduğu Genel Görecelik kuramı ile de doğrulanmıştır. Lincoln Barnett, Evren ve Einstein adlı kitabında bu konuda şunları yazar:

Salt uzayla birlikte Einstein, sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe akan şaşmaz ve değişmez bir evrensel zaman kavramını da bir yana bıraktı. Görecelik kuramını çevreleyen anlaşılmazlığın büyük bölümü, insanların zaman duygusunun da renk duygusu gibi bir algı biçimi olduğunu kabul etmek istemeyişinden doğuyor... Nasıl uzay maddi varlıkların olasılı bir sırası ise, zaman da olayların olasılı bir sırasıdır. Zamanın öznelliğini en iyi Einstein'in sözleri açıklar: "Bireyin yaşantıları bize bir olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden hatırladığımız olaylar 'daha önce' ve 'daha sonra' ölçüsüne göre sıralanmış gibidir. Bu nedenle birey için bir ben-zamanı, ya da öznel zaman vardır. Bu zaman kendi içinde ölçülemez. Olaylarla sayılar arasında öyle bir ilgi kurabilirim ki, büyük bir sayı önceki bir olayla değil de, sonraki bir olayla ilgili olur. (Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Varlık Yayınları, 1980, s. 58.52-53)

>Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdır.

Zamanın akış hızı, onu ölçerken kullandığımız referanslara göre değişir. Çünkü insanın bedeninde zamanın akış hızını mutlak bir doğrulukla gösterecek doğal bir saat yoktur. Lincoln Barnett'in belirttiği gibi "rengi ayırt edecek bir göz yoksa, renk diye bir şey olmayacağı gibi, zamanı gösterecek bir olay olmadıkça bir an, bir saat ya da bir gün hiçbir şey değildir" (Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Varlık Yayınları, 1980,s. 58 )

>Zamanın göreceliği, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte herşey birkaç dakika hatta birkaç saniye sürmüştür.

>Konuyu biraz daha açıklamak için bir örnek üzerinde düşünelim. Özel olarak dizayn edilmiş tek pencereli bir odada oturup, burada belirli bir süre geçirdiğimizi düşünelim. Odada geçen zamanı görebileceğimiz bir de saat bulunsun. Aynı zamanda odanın penceresinden güneşin belirli aralıklarla doğup-battığını görelim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, o odada ne kadar kaldığımız sorulduğunda vereceğimiz cevap; hem zaman zaman saate bakarak edindiğimiz bilgi, hem de güneşin kaç kere doğup battığına bağlı olarak yaptığımız hesaptır. Örneğin, odada üç gün kaldığımızı hesaplarız. Ama eğer bizi bu odaya koyan kişi bize gelir de, "aslında sen bu odada iki gün kaldın" derse ve pencerede gördüğümüz güneşin aslında suni olarak oluşturulduğunu, odadaki saatin de özellikle hızlı işletildiğini söylerse, bu durumda yaptığımız hesabın hiçbir anlamı kalmaz.

>Bu örnek de göstermektedir ki zamanın akış hızıyla ilgili bilgimiz, sadece algılayana göre değişen referanslara dayanmaktadır. Zamanın göreceliği, bilimsel yöntemle de ortaya konmuş somut bir gerçektir. Einstein'ın Genel Görecelik kuramı ortaya koymaktadır ki zamanın hızı, bir cismin hızına ve çekim merkezine uzaklığına göre değişmektedir. Hız arttıkça zaman kısalmakta, sıkışmakta; daha ağır daha yavaş işleyerek sanki "durma" noktasına yaklaşmaktadır.

>Bunu Einstein'ın bir örneği ile açıklayalım. Bu örneğe göre aynı yaştaki ikizlerden biri Dünya'da kalırken, diğeri ışık hızına yakın bir hızda uzay yolcuğuna çıkar. Uzaya çıkan kişi, geri döndüğünde ikiz kardeşini kendisinden çok daha yaşlı bulacaktır. Bunun nedeni uzayda seyahat eden kardeş için zamanın daha yavaş akmasıdır. Aynı örnek bir baba ve oğul için de düşünülebilir; "eğer babanın yaşı 27, oğlunun yaşı 3 olsa, 30 dünya senesi sonra baba dünyaya döndüğünde oğul 33 yaşında, baba ise 30 yaşında olacaktır." (Paul Strathern, Einstein ve Görelilik Kuramı, Gendaş Yayınları, 1997, s. 57)

>Zamanın izafi oluşu, saatlerin yavaşlaması veya hızlanmasından değil; tüm maddesel sistemin atom altı seviyesindeki parçacıklara kadar farklı hızlarda çalışmasından ileri gelir. Zamanın kısaldığı böyle bir ortamda insan vücudundaki kalp atışları, hücre bölünmesi, beyin faaliyetleri gibi işlemler daha ağır işlemektedir. Kişi zamanın yavaşlamasını hiç fark etmeden günlük yaşamını sürdürür.



>>> Bu bilgi, Facebook <1 Yeni Mesajınız Var> sayfasında yayınlanmıştır. Paylaşmak ve yayınlamak serbesttir. Sayfaya üye olup bu tip bilgileri takip etmek tamamen ücretsizdir.İlginize teşekkürler.

Gönül Kırmak, Kabe-i Muazzama'yı yıklaktan çok daha büyük bi günahtır; Çünkü Kabe Azer'in oğlu İbrahim'in eseri, gönül ise Allah'ın beytidir, Nazargahıdır.
Mevlana

28 Şubat 2011 Pazartesi

Yeşim Salkım

Kendimle başbaşa kalmaya
Kendimi üzmekten korkmaya
Her şeyi sildiğim bir anda
Yollarımız kesişti bir anda

Demek insan yeniden büyülenebiliyormuş
Demek ki kalp kalbe sevdalanıyormuş
Demek insan yeniden sevebiliyormuş

Yaşamadıklarımı yaşamak için
Yılların acısını çıkartmak için
Alnıma yazılan en son isim
Tanrıdan armağansın sevgilim

28 Ocak 2011 Cuma

Sadece Vazgeçmeyi Bildim...

Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim,
...Ya da asla birini severken karşılığını beklemedim.
Dostluğuma değer biçmedim,sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim.
Sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim.
Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım.
Ama hata insana mahsustur dedim.
Affettim, af diledim.
Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim.
Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.
Belki de içten içe sinsice güldüler.
Ama asıl unuttukları şuydu;
Ben aldanmadım..!
Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar.
Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için,
Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için.
Oysa ben hiç insan kaybetmedim.

Can Dündar

26 Ocak 2011 Çarşamba

Masumi Toyotome Sevgi Tanımları


Dünyada sevilmek istemeyen kisi yok gibidir" diye basliyor Toyotome.
"Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz?" diye soruyor.. Sonra anlatmaya basliyor..

"Sevgi üç türlüdür!.."


Birincinin adi "Eger" türü sevgi!..


Belli beklentileri karsilarsak bize verilecek sevgiye bu adi takmis
yazar..
Örnekler veriyor: Eger iyi olursan baban, annen seni sever. Eger
basarili ve önemli kisi olursan, seni severim. Eger es olarak benim
beklentilerimi karsilarsan seni severim. Toyotome "En çok rastlanan
sevgi türü budur" diyor. Bir sarta bagli sevgi.. Karsilik bekleyen
sevgi.. "Sevenin, istedigi birseyin saglanmasi karsiligi olarak vaad
edilen bir sevgi türüdür bu" diyor yazar..
"Nedeni ve sekli bakimindan bencildir. Amaci sevgi karsiligi birsey
kazanmaktir."
Yazara göre evliliklerin pek çogu "Eger" türü sevgi üzerine kuruldugu
için çabuk yikiliyor.
Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine degil,hayallerindeki
abartilmis romantik görüntüsüne asik oluyor ve beklentilere giriyorlar.
Beklentiler gerçeklesmediginde, düs kirikliklari basliyor. Sevgi giderek
nefrete dönüsüyor.
En saf olmasi gereken anne baba sevgisinde bile "Eger" türüne
rastlaniyor. Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo Üniversitesi giris
sinavlarini kazanarak babasini mutlu etmek için,çok çalisiyor. Okul
disinda hazirlama kurslarina da gidiyor. Ama basarili olamiyor.
Babasinin yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir
haftaligina Hakone kaplicalarina gidiyor. Eve döndügünde babasi öfkeyle
"Sinavlari kazanamadin. Bir de utanmadan Hakone'ye gittin" diye
bagiriyor. Delikanli "Ama baba, vaktiyle sen de bir ara kendini iyi
hissetmediginde Hakone kaplicalarina gittigini anlatmiştin" diyor. Baba
daha çok kizarak, delikanliyi tokatliyor. Çocuk da intihar ediyor.
"Gazeteler intiharin anlik bir sinir krizi sonucu oldugunu söylediler,
yaniliyorlardi" diyor yazar.. "Delikanli babasinin kendisine olan
sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bagli oldugunu anlamisti!.."

Insanlar "Eger" türü sevginin üstünde bir sevgi arayisi içindeler
aslinda.. "Bu sevginin varligini ve nerede aranmasi gerektigini bilmek,
bu genç adamin yaptigi gibi, yasami sürdürmekle,
ondan vazgeçmek arasinda bir tercih yapmakla karsi karsiya
kaldigimizda önemli rol oynayabilir" diyor, Masumi Toyotome.. Ilginç degil mi?..

ikinci türe geçiyoruz. "Çünkü" türü sevgi..

Toyotome bu tür sevgiyi söyle tarif ediyor: "Bu tür sevgide kisi, bir
sey oldugu, birseye sahip oldugu ya da birsey yaptigi için sevilir.
Baska birinin onu sevmesi, sahip oldugu bir nitelige ya da kosula
baglidir."Örnek mi?.. "Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin.
(Yakisiklisin!)" "Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin,
o kadar ünlüsün ki.." "Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven
veriyorsun ki.." "Seni seviyorum.Çünkü beni üstü açik arabanla, o kadar
romantik yerlere götürüyorsun ki.."

Yazar, Çünkü türü sevginin, Eger türü sevgiye tercih edilecegini
anlatiyor. Eger türü sevgi, bir beklenti kosuluna bagli oldugundan büyük
ve agir bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip oldugumuz bir nitelik
yüzünden sevilmemiz, hos birseydir, egomuzu oksar. Bu tür, oldugumuz
gibi sevilmektir. Insanlar olduklari gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu
tür sevgi onlara yük getirmedigi için rahatlaticidir. Ama derin
düsünürseniz, bu türün, "Eger" türünden temelde pek farkli olmadigii
görürsünüz. Kaldi ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana.. Insanlar
hep daha çok insan tarafindan sevilmek isterler. Hayranlarina yenilerini
eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri
ortaya çiktigi zaman, sevenlerinin, artik ötekini sevmeye baslayacagindan korkarlar.
Böylece yasama sonsuz sevgi kazanma gayretkesligi ve rekabet girer.
Ailenin en küçük kizi yeni dogan bebege içerler.
Sinifin en güzel kizi, yeni gelen kiza içerler. Üstü açik BMW'si ile hava atan
delikanli, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadin kocasınin genç ve güzel sekreterine içerler.
"O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?" diye soruyor,Toyotome..
"Çünkü türü sevgi de, gerçek ve saglam sevgi olamaz" diyor.
Bu tür sevginin güven duygusu vermeyisinin iki ayri nedeni daha var..
Birincisi.. "Acaba bizi seven kisinin düsündügü kisi miyiz?" korkusu..
Tüm insanların iki yani vardir. Biri disa gösterdikleri..
Öteki yalnizca kendilerinin bildigi..
"Insanlar sandiklari kisi olmadigimizi anlar ve bizi terkederlerse" korkusu buradan dogar.
Ikincisi de.. "Ya günün birinde degisirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa.." endisesidir.
Japonya'da bir temizleyicide çalisan dünya güzeli kizin yüzü patlayan kazanla parçalanmis.
Yüzü fena halde çirkinlesince, nisanlisi nisani bozup onu terketmis. Daha acisi..
Ayni kentte oturan anne ve babasi, hastaneye ziyarete bile gelmemisler, artik çirkin olan kizlarini..
Sahip oldugu sevgi, sahip oldugu güzellik temeli üstüne bina edilmis oldugundan bir günde yok olmuş.
Güzellik kalmayinca sevgi de kalmamis. Kiz birkaç ay sonra kahrindan ölmüs..
Japon yazar "Toplumlardaki sevgilerin çogu 'Çünkü' türündendir ve bu tür sevgi,
kaliciligi konusunda insani hep kuskuya düsürür" diyor..

Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?.." Ve iste sevgilerin
en gerçegi!..

"Üçüncü tür sevgi benim 'Ragmen' diye adlandirdigim türdür" diyor yazar.

Bir kosula baglı olmadigi için ve karsiliginda birsey beklenmedigi için
"Eger" türü sevgiden farkli bu.. Sevilen kisinin çekici bir niteligine dayanip, böyle bir
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/siirler/152186-japon-dusunur-masumi-toyotomenin-sevgi-uzerine-soyledikleri.html#post1191601
seyin varligini esas olarak almadigi için "Çünkü" türü sevgi de degil.
Bu üçüncü tür sevgide, insan "Birsey oldugu için" degil, "Bir sey olmasina ragmen" sevilir.
Güzellige bakar misiniz?..Ragmen sevgi..Esmeralda, Qusimodo'yu dünyanin en çirkin,
en korkunç kamburu olmasina "ragmen" sever.
Asil, yakisikli, zengin delikanli da Esmeralda'ya çingene olmasina "ragmen"
tapar!.. "Kisi dünyanin en çirkin, en zavalli, en sefil insani olabilir. Bunlara
'ragmen' sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karsilasmasi sarti ile.."
Burada insanin, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanmasi gerekmiyor.
Kusurlarina, cahilligine, kötü huylarina ya da kötü geçmisine "ragmen" oldugu gibi,
o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok degersiz biri gibi görünebiliyor ama en degerli gibi sevilebiliyor.

Japon yazar "Yüreklerin en çok susadigi sevgi budur" diyor.
"Farkinda olsaniz da, olmasaniz da, bu tür sevgi sizin için yiyecek,
içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, basars ya da ünden daha önemlidir."
Bunun böyle oldugundan nasil emin?..
Hakli oldugunu kanitlamak için sizi bir teste davet ediyor..
"Su soruma cevap verin" diyor. "Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin
size aldırmadıgını ve hiç kimsenin sizi sevmedigini düşünseydiniz, yiyecek,
elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz?.. Kendi
kendinize 'Yaşamamın ne yararı var' diye sormaz mıydınız?.."

Devam ediyor Toyotome.. "Şu anda en sevdiginiz kişinin sizi sadece kendi
çıkarı için sevdigini anladıgınızı bir düşünün.. Dünya birden bire başınızın üstüne
çökmezmiydi?. O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?." "Diyelim sıradan bir yaşamınız var..
Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacagınızdan
umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?.." diye soruyor ve yanıtlıyor: "Böyleleri
ya iyice umutsuzluga kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dagıtıp yaşayan ölü haline
geliyorlar."
Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor "Ragmen" sevgiyi.. "
Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni 'Ragmen' türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da
birgün bu sevgiyi bulacagınıza inancınızdır." Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome..
"Bugün yaşadıgımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin
sevgiye ihtiyacı var.. Kimsede başkasına verecek fazlası yok" diye açıklıyor.. Anlatıyor..
"Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da aynı şeyi
başkasından beklemektedir." Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?..
Yazara göre, açlıgımızı biraz bastıracak kadar..
Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi.. Bu minnacık tadım,
bizi daha müthiş bir sevgi açlıgına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım
sevgiye ne kadar muhtaç oldugumuzu anlatıyor.
Büyük bir hırsla ana yemegin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz..
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=1191601
Hani nerede?.. Hepsi o.. Ve asıl çarpıcı cümle en sonda..

"Dünyadaki en büyük kıtlık, 'ragmen' türü sevginin yeterince olmayışıdır!.."

3 Ocak 2011 Pazartesi

Dağ dağa

Güvendiğiniz dağlara karlar yağdığında en güzel çare dağ ile karı başbaşa bırakm...aktır... Gün gelip karlar eridiğinde dağ yolunuzu gözleyince en güzel cevap başka bir dağdan selam yollamaktır..