27 Kasım 2010 Cumartesi

Seni Bana Sımsıkı Sarılı Görenler Olmuş...

seni yerlerde göklerde bulamazlarken... bende gizli olduğunu sezenler olmuş... dumlu dumluymuşsun yüreğimde.. kımıl kımılmışsın bileklerimde... domur domur ter ışıl ışıl fer ellerimde gözbebeğimde.. aramızda dağlar yollar yıllar var iken... beni sana sımsıkı sarılı göre...nler olmuş... sargın yaprakmışım dallarına yangın toprakmışım yağmurlarına... türkü olmuşsun... umudummuşsun sevdama yarınlarıma...

21 Kasım 2010 Pazar

Otobüs Durağı

Hani bazen durakta belli bir otobüsü beklersiniz ya... On dakika, on beş
dakika, yirmi dakika beklersiniz gelmez. Bu arada başka
alternatiflerde geçer ama binmezsiniz. Ne de olsa "beklemişsinizdir o
kadar" boşa gitsin istemezsiniz. Sormayın artık bana! Herhangi biriyle
değil, beklediğime “değecek” olanla devam etmeliyi...m... bu yola. Durakta
yaşlanmak olsa da işin ucunda...

bir ah

Bin "günah"ın olsada bana
bir "gün ah"ım
yok sana.

Candan Erçetin - Sustum

Dün gece seni sevdiğimi söyleyecektim
Sana ihtiyacım var diyecektim
Nedense sustum
Çünkü sen bundan korkacak kadar özgür...
Ve korkup benden kaçacak kadar bencilsin
Dün gece hafifçe mırıldandın rüyanda
Sonra dönüp gülümsedin uykunda
Üstüme alındım
Çünkü ben bundan korkacak kadar tutkun
Ve korkup senden kaçacak kadar yorgunum
Bir... bencille bir yorgun
Ne yapar şu hayatta
Belli etmeyiz ama
İki korkağız biz aslında
İki aşığız biz aslında
Uzun uzun seyrettim seni uykunda
Saçlarını okşadım
Sen gözlerini açtın
Ben kapattım
Bütün gece seni sevdiğimi düşündüm
Söyleyemedim sustum
Nedense sustum

ve kitap düştü...

Erkek kadına dedi ki:

-Seni seviyorum, ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya...

Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde hudutsuz kere yüz...

Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..

Ve ben artık biliyorum: Toprağın - yüzü güneşli bir ana gibi - en son en güzel çocuğunu emzirdiğini.. Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olan parmaklarına başımı kurtarmam kabil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak.. Sen yürümelisin, beni bırakarak...

Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... AYRILDILAR...!

"umruma yaklaşmasın kimse"

doğaçlama yaşıyorum, artık hiçbir şeye şaşırmıyorum.. "Umrum"a yaklaşmasın kimse... Ne halim varsa görmekle meşgulüm..!

Artık Öğretildim ki;

Artık öğretildim ki; kimi sevdiğin önemliymiş.Uzun yolu göze alamayana kelebek olunmazmış.Nefesi yetmeyenle dipte hazine aranmazmış.Aşkın ibadetini bilmeyene bayram bağışlanmazmış..

Ben Yağmuru Gözlerinde...

ben yağmuru gözlerinde , bülbülü dillerinde , günahı bedeninde tanıyıpta sewmişim.. dönmüyor yedi cihan esirin olmuş zaman şarabı dudağından içip öyle sewmişimmmm...

20 Kasım 2010 Cumartesi

kimi sevsem...

Cezmi Ersöz
Kimi sevsem, onun hep uzakta bir sevdiği vardı, unutamadığı ilk aşkı ya da onu terk edip giden sevgilisi...
Kimi derinden sevsem, o bir başkasını derinden hatırlardı.
Öylesine çok sevdim ki onları, başkalarına duydukları sevgiyi anlatmalarını, sessizce, içim acıyla kanayarak dinledim.
Beni yitirmekten hiç korkmadılar; ...çünkü onlara göre fazla iyiydim; bu yüzden ilk anda vazgeçilebilirdi benden.
Beni terk edenlerden tek isteğim olurdu. 'Ne olur, bir daha beni aramayın! Çünkü ben kolay unutamıyorum.
Çünkü ben size duyduğum o akıl dışı aşk yüzünden keder bahçemi dağıtıyorum. Çocukluğumun o güzel bahçesini.
Böyle derdim onlara ama yine de ararlardı beni...
Soluksuz ve umutsuz kaldıkları bir gece mutlaka akıllarına ben gelirdim...

O, yedek sevgili!


{Cezmi Ersöz}

15 Kasım 2010 Pazartesi

Türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz...

Türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz...

Gitmek Cesaret İster

Kalmak zordur asıl

Hz.Mevlana


Sen uzattığın elini tutmayan ele mi dargınsın, Tutmayacak bir ele uzattığın için kendine mi kızgınsın..

Mucizeler Zinciri

Herşeyin oluşumunu, belli sebeplere bağlarız... 'Güneş olduğu için gölge olur' mantığı insanların hayattaki mucizeleri görmelerini engeller. Gözlerinin önünde gerçekleşen mucizeler, birçok insan için bazı sebepler sonucunda oluşan olaylardır... yani 'Sebepler Zinciridir'!

Örneğin: Ekmek fırında yapılır. Fırıncı ekmeği undan yapar. Un, fabrikadan gelir. Un fabrikası buğdayı toptancıdan alır. Toptancı ise buğdayı köylüden satın alır. Köylü tarlasına buğday eker. Topraktan buğday çıkar...vs. gibi herşey çeşitli sebeplere bağlıdır.

İnsanın "akıl ihtiyari" kalkmaması için, yani insanların mantık yoluyla anlayıp ikna olacağı sebepler sistemi vardır. Fakat açık bir şuurla bakıldığında, bu sebepler zincirinin aslında her detayını Allah'ın yarattığı bir 'Mucizeler Zinciri' olduğu anlaşılır!

Allah gölgeyi yarattıktan sonra güneşi ona sebep kıldığını bir ayette şu şekilde bildirmiştir:

Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzatıvermiştir? Eğer dilemiş olsaydı onu durgun kılardı. Sonra biz güneşi ona bir delil kılmışızdır. '(Furkan Suresi, 45) >

Sebepler ile düşünüldüğünde, tohumu toprağa atınca yeşermesi veya spermin yumurtayı döllemesiyle bir insanın oluşması makul karşılanır, fakat aslında hiç de makul değildir! `Bu konuda samimi düşünen bir insan, tek bir su damlasının akıl ve ruh sahibi bir insana dönüşmesinin büyük bir mucize olduğunun hemen farkına varır. Allah'ın, büyük bir mucize göstererek bir insanı var ettiğini açıkça görür. Çünkü açık şuurla bakıldığında, ne tür sebepler sıralanırsa sıralansın Allah'ın yaratma sanatının üstünlüğü görülür. Allah bir ayetinde şöyle bildirmektedir:

..."Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin? Fakat, O Allah benim Rabbim'dir ve ben Rabbim'e hiç kimseyi ortak koşmam." (Keyf Suresi, 37)

Önyargısız bakıldığında, Dünya koskoca uzayda boşlukta duruyor gibi gözükmektedir. Çeşitli çekim kuvvetlerinin etkisiyle dünyanın evrenin derin boşluğunda sakince durması makul görülür ama makul değildir. Normal şartlarda Dünya'nın Güneş'in çekim kuvvetinden dolayı ya tamamen Güneş'e doğru sürüklenmesi ya da dengesinin tamamen bozulması beklenir. Fakat bu şekilde olmamaktadır. Devasa gezegenimizin milyarlarca yıldır sonsuz evrende, zarar görmeden aynı yörüngede kalması, dengesinin asla bozulmaması, Dünya'nın hiç bir gök cisminden zarar görmemesi, tüm yaşam koşullarının canlılara uygun olması sebeplerle makul kılınamaz. Çünkü sebepler son derece hassas dengelere bağımlıdır ve hassasiyetin bozulması an meselesidir. Aslında 'sebep' mantığında düşünüldüğünde dünyanın zarar görerek yok olması bu şartlarda çok makuldur. Böyle bir şeyin yaşanmaması, üzerimizde Allah'ın yüce rahmetinin ve üstün korumasının olmasından dolayıdır. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:

Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 32) >

Örneğin, sadece gözü düşünmemiz bile şuur açıcıdır; Göz her an insana net görüntü sağlar. En mükemmel fotoğraf makinesi bile gözdeki merceğin yaptığı otomatik optik ayarını yapamaz. Fotoğraf makinesinin otomatik ayarında bile bir uğraşı gerekir, net görüntünün sağlanabilmesi için belli bir zaman geçer. Fakat insan bir yere bakarken, 'ben şimdi merceğimi daha netleştireyim, şimdi uzak görmeye ayarlıyayım' diye dahi düşünmez. Bu kadar detaylı bir yaratışın ''şuursuz bir et parçası'' tarafından yapıldığını düşünmek elbette imkansızdır. Allah gözün net görmesi için merceği sebep kılmıştır. Zihnimizde mükemmel netliği ile renkli, ışıklı ve hareketli bir dünya yaratan Yüce Rabbimiz Allah'tır.

Allah dileseydi herşeyi sebepsiz yaratırdı. Sebeplerin olması Allah'ın sonsuz aklını kavramamız için önemlidir. Sebeplerin her birinin birbiriyle bağlantılı yaratılması, hiçbir şeyin tesadüfen olamayacağının da ispatıdır. Çünkü Allah üstün aklıyla her şeyi en ince ayrıntısına kadar takdir edip düzenlemektedir.

Alıntı : Facebook 1 yeni mesajınız var grubundan alıntıdır.

13 Kasım 2010 Cumartesi

Victor Hugo



Öldükten sonra yaşamak istiyorsanız ;
Ya okumaya değer şeyler 'Yazın' , ya da... yazılmaya değer şeyler 'Yaşayın' !...''

8 Kasım 2010 Pazartesi

Adam Gibi Adam olmak


Çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse sen aklı başında kalabilirsen eğer herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır hem kendine güvenebilirsen eğer bekleyebilirsen usanmadan yalanla karşılık vermezsen yalana kendini evliya sanmadan kin tutmayabilirsen kin tutana düşlere kapılmadan düş kurabilir yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer ne kazandım diye sevinir ne yıkıldım diye yerinir ikisini de önem vermeyebilirsen eğer söylediğin doğruyu ve gerçeği büken düzenbaz kandırabilir diye safları dert edinmezsen ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz ve yeniden koyulabilirsen işe döküp ortaya varını yoğun bir yazı turada yitirsen bile yitirdiklerini dolamaksızın diline baştan tutabilirsen yolunu yüreğine, sinirine dayan diyecek direncinden başka şeyin kalmasa daherkesin bırakıp gittiği noktaya sen dayanabilirsen tek başına herkesle düşüp kalkıp yine de erdemli kalabilirsen unutmayabilirsen halkı krallarla gezsen dedost da düşmanda incitemezse senine küçümser nede büyültürsen çevreni her saatin her dakikasına emeğini katarsan alın terine hakçasına bölüşürsen vicdanındaki adaleti her şeyiyle dünya önüne serilir korktuğun yerde el öpmez hükümran olduğun yerde ezmezsen oğlum adam oldun demektir üstelik adam gibi bir adam.

Rudyard KPLİNG

5 Kasım 2010 Cuma

Neden, bir fincan kahve?


Çünkü, bir fincan kahve içmek dostla sohbet etmektir. Kahve içmek istiyorsunuz demek ki, siz de dost arıyorsunuz. "Neyi arıyorsan O'sundur." der Mevlana. "Aşkı arıyorsan âşık, zulmü arıyorsan zalimsindir."

Herkesle kahve içemezsiniz. Mesela çayı herkesle içebilirsiniz. Yoldan geçenlere tanısanız da, tanımasanız da seslenebilirsiniz, "Gelin, bir çay içelim." Ama herkesi kahve içmeye davet etmezsiniz. Sadece özenle seçtiklerinizle kahve içersiniz.

Çay içtiğinizde ısınır, üşümekten kurtulursunuz. Ama kahve içtiğinizde, ruhunuz ısınır. Zaten siz de, ruhunuzu ısıtacak bir dost aramışsınız demektir, kahve bahanedir. O yüzden kahve herkesle içilmez. Özel insanlarla kahve içersiniz. Dikkat ederseniz, çaya davet sesiyle, kahveye davet sesinin tonları bile farklıdır. Kahve içmeye davet edenlerde tatlı bir tebessüm vardır, üstelik davet sesi çok derinlerden gelir.

Çay davetini, mazeretiniz nedeniyle erteleyebilirsiniz. Kahve davetinde ise erteleme düşünülemez bile, bir gönül sizi dost sohbetine çağırmıştır. Koşarak gidersiniz.

Çay içerken birşeylerle meşgul olabilirsiniz. Kahve içerken sohbetin bir kelimesini bile kaçırmamak için herşeyi bırakır 'kahvedaşınızla' ilgilenirsiniz. Çay; kalabalık, gürültülü ortamlarda bile içilirken; kahve, sessiz, sakin ortamlarda, başbaşa içilir. Çay, büyük yudumlarla içilirken, kahve küçük yudumlarla yavaş yavaş içilir. Gaye gönlün istediği dostla uzun süre kalmaktır. Çay bittiğinde boş bardaklar hemen ortadan kaldırılır. Kahve bittiğinde ise fincanlar dostluğun nişanesi olarak bizimle birlikte kalırlar. Çoğu zaman güzel sözlerin devamı için şakayla karışık fincanlar kapatılır, fala bakılır. Bütün maksat dostluk anlarını uzun tutmaktır. Çünkü gönül bir dost istemiştir, kahve bahanedir.

Kahve, dostla, Çiçero'nun dediği gibi erdemlerine hayran olduğumuz insanla içilir. Bu yüzden kahve içtiğimiz insan da kahvenin değerini bilen insandır. Değer bilmek; hayat çizgimiz, dünya görüşümüz olduğundan geleceğimizi yönlendirir.

Delikanlı, çok iyi kahve pişiren bir kızla evlenmek ister. Çok iyi kahve pişiren kızı bulurlar, babasıyla birlikte konuk olurlar. Kız, yanında birer bardak suyla kahveleri getirir. Baba-oğul kahveleri içer ve çok beğenirler. Delikanlı; kahveye de, kıza da hayran kalır, 'zümrüdüanka'mı buldum diyerek kızla evlenmek ister. Lakin kız istemez delikanlıyı, "Delikanlının eli ayağı düzgün, hali vakti yerinde ama, bu delikanlı değer bilmez" der. "Çünkü kahveyi içtikten sonra üstüne bir bardak da su içti. Damağındaki o güzelim kahve tadını aldı götürdü, benim yaptığım kahvenin değerini bilmeyen, benim değerimi hiç bilmez..."

Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var derler ya, birlikte kahve içtiğimiz dostlarımıza dostluğumuzu belli etmemiz gereken anlar vardır. Nemrut, İbrahim Peygamberi ateşe atttığında, ağzında kuru bir dal olan küçük bir kuş gelip dalı ateşe bırakır. İbrahim Peygamber, kuşa seslenir, "O küçük çöp bu koskoca ateş için ne fark eder ki!" Kuş, "Olsun!" der. "Düşman olduğumuz belli olsun." Birazdan bir güvercin gelir, gagasındaki bir damla suyu ateşe bırakır. İbrahim Peygamber, "Bir damla su koskoca ateş için ne fark eder ki!" diye seslenir. Kuş cevap verir, "Olsun, dost olduğumuz belli olsun."

1 Kasım 2010 Pazartesi

W.Shakespeare


'Begendiginiz bedenlere hayalinizdeki ruhları koyup ask sanıyorsunuz...' W.Shakespeare

İyi ol... Sağ ol... Uzak ol...


Artık daha az seviyorum seni…
Unutur gibi, ölür gibi daha az…
Yeniden ödetiyorum kendime onca aşkın öğretemediğini…
Kolay değildi…
Kaç acı birden imtihan etti beni…
Bir tek gece vardır insanın hayatında...
Ömür boyu sürer nöbeti, bu da öyleydi..
İyi ol… Sağ ol... Uzak ol...
Ama bir daha görme beni…

Murathan Mungan