30 Aralık 2010 Perşembe

YÜREKLERIYLE KONUSAN, GÖZLERIYLE GÜLEN KADINLAR...

Bir kadini tanimak... Bütün gel-gitleri, kaprisleri, küçük simarikliklari, korkulari, saskinliklari, hercailikleri, hayal kirikliklari, asklari, terkedilisleri, basarilari, basarisizliklari, kurnazliklari, safliklari, çocuk agizlari, sirinlikleri, küçük yalanlari, büyük itiraflari, kocaman yürekleri ile kendi olmaya çalisan kadinlari tanimak...


Bir kadini sevmekle baslar her sey ama, bir kadini tanimakla varilir hayatin sirrina. Bir kadini tanimaya soyunmak zor ama keyifli bir yolculuga çikmaktir. Dört mevsimi bir yürekte bulusturur, bu yüzden de sürekli sasirtirlar. Sürprizlerin ardi arkasi kesilmez. Zordur anlamakonlari.
Benzemek gerekir anlayabilmek için belki de! Kendi zekasini hatirlatanlari sever, sevgisini göstermekten ürkmeyenleri, Sürprizlere hazirlikli olanlari bir de. Muson yagmurlari gibi yagarken, Sahra'da çöl firtinasi koparip ardindan günes olup isitabilirler...


Dedim ya bir dünyadir kadinlar, yürekleriyle konusan, gözleriyle gülen... Bir kadini sevmekle baslarher sey ama, birkadini tanimakla anlasilir, hayatin sirrina ancak askla varilacagina.


Sevgi arsizidir kadin. Verdiginden daha fazlasini isteme bencilligini gösterecek kadar sevgi arsizi... Bu yanini doyurunca simaracagindan korkanlar, birlikte çogalacaklarini bilmeyenlerdir. Bir kadinisevmekle baslar her sey ama, bir kadini tanimakla kanat çirpilir özgürlügünbütün maviliklerine. Kendine inananlara, aska inananlara kosar. Hem yaman bir ask avcisi, hem de engebeli yollarda kosmaktan bitap ask yorgunudurkadin. Bir kadini sevmekle baslar her sey ama bir kadini tanimakla çikilir keyifli serüvenlere.


Hayatla dalga geçmesini bilir kadin, tipki kendiyle dalga geçmesini bildigi gibi. Agiz dolusu gülüslere teslim olur. Bir kadini sevmekle baslar her sey ama bir kadini tanimakla tanik olunur tutkularin gücüne. Göze alandir kadin. Çekip gitmeyi, sahip olduklarindan vazgeçmeyi, karsilikbeklememeyi... Mücadele eder, kizar, bagirir ama hep sever. Dedim ya bir dunyadir kadinlar, yürekleriyle konusan, gözleriyle gülen...


Yüregini sevgiye açan ve sevmekten korkmayan bütün kadinlar gibi...


Simdi bir düsünün, kaç kadini degil bir kadini taniyabildiniz mi bugüne degin???

Ahmet Altan

21 Aralık 2010 Salı

Nerden Bakarsan...

Güneşe bakarsan aydınlığı, kuyuya bakarsan karanlığı görürsün.. hayata nerden bakarsan ordan görürsün..!!

18 Aralık 2010 Cumartesi

Hz.Mevlana


Dediler ki: Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur... Dedim ki: Gönüle giren gözden ırak olsa ne olur..!

8 Aralık 2010 Çarşamba

Zihinsel Güç

İki çocuklu bir aile hafta sonunu piknik yaparak geçirmeye karar ver...irler. Piknik yerine vardıklarında anne yemeği hazırlarken, çocuklar babalarıyla birlikte yürüyüşe çıkar. Uzun bir yürüyüşten sonra oldukça yorulan küçük çocuk yalvarırcasına bakan gözlerle, 'Babacığım çok yoruldum. Lütfen beni kucağında taşır mısın?' der. Baba; 'Ben de yorgunum oğlum'' der demez çocuk ağlamaya başlar. Baba tek kelime etmeden ağaçtan bir dal keser. Dalı bıçakla biçimlendirip, çocuğa zarar vermeyecek biçimde yontar. Sonra dalı oğluna verir. 'Al oğlum, sana güzel bir at' der. Çocuk sevinçle dal parçasından yontulmuş ata biner ve sıçrayarak, ata vurarak annesinin yanına doğru gitmeye başlar. Babasını ve ablasını geride bırakmıştır bile...
Baba gülerek kızına: 'İşte yaşam budur kızım. Bazen zihnen ya da bedenen kendini çok yorgun hissedeceksin. İşte o zaman kendine değnekten bir at bul ve neşe ile yoluna devam et. Bu at, bir arkadaş, bir şarkı, bir çiçek, bir şiir yada bir çocuğun tebessümü olabilir.'
Değnekten atiniz hiç eksik olmasın..

7 Aralık 2010 Salı

Üç Hikaye - Üç Ders - Bir Söz

ÜÇ HİKAYE - ÜÇ DERS - BİR SÖZ

1.Hikâye
Kavak Ağacı ile Kabak
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış.
Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.

1.Ders: Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır.


2. Hikâye
En iyi Buğday
Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

2. Ders: Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.



3. Hikâye
Geleceğini biliyordum...
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti;
-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma... Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;

-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi...
-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-Geleceğini biliyordum...

3. Ders: Güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir.


"Her sabah Afrika'da bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir.
Her sabah Afrika'da bir aslan uyanır. En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır.
Aslan veya ceylan olmanız fark etmez. Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur." (Afrika Atasözü )

Çok çalışmak, emek harcamak, güven vermek, sevmek ve paylaşmak hayatın anlamlı olmasını sağlar. Her sabah uyandığımızda bir de böyle bakalım dünyaya. Unutmayın hayat uzun bir öyküye benzer. Ancak öykünün uzun olması değil, iyi olması önemlidir.

27 Kasım 2010 Cumartesi

Seni Bana Sımsıkı Sarılı Görenler Olmuş...

seni yerlerde göklerde bulamazlarken... bende gizli olduğunu sezenler olmuş... dumlu dumluymuşsun yüreğimde.. kımıl kımılmışsın bileklerimde... domur domur ter ışıl ışıl fer ellerimde gözbebeğimde.. aramızda dağlar yollar yıllar var iken... beni sana sımsıkı sarılı göre...nler olmuş... sargın yaprakmışım dallarına yangın toprakmışım yağmurlarına... türkü olmuşsun... umudummuşsun sevdama yarınlarıma...

21 Kasım 2010 Pazar

Otobüs Durağı

Hani bazen durakta belli bir otobüsü beklersiniz ya... On dakika, on beş
dakika, yirmi dakika beklersiniz gelmez. Bu arada başka
alternatiflerde geçer ama binmezsiniz. Ne de olsa "beklemişsinizdir o
kadar" boşa gitsin istemezsiniz. Sormayın artık bana! Herhangi biriyle
değil, beklediğime “değecek” olanla devam etmeliyi...m... bu yola. Durakta
yaşlanmak olsa da işin ucunda...

bir ah

Bin "günah"ın olsada bana
bir "gün ah"ım
yok sana.

Candan Erçetin - Sustum

Dün gece seni sevdiğimi söyleyecektim
Sana ihtiyacım var diyecektim
Nedense sustum
Çünkü sen bundan korkacak kadar özgür...
Ve korkup benden kaçacak kadar bencilsin
Dün gece hafifçe mırıldandın rüyanda
Sonra dönüp gülümsedin uykunda
Üstüme alındım
Çünkü ben bundan korkacak kadar tutkun
Ve korkup senden kaçacak kadar yorgunum
Bir... bencille bir yorgun
Ne yapar şu hayatta
Belli etmeyiz ama
İki korkağız biz aslında
İki aşığız biz aslında
Uzun uzun seyrettim seni uykunda
Saçlarını okşadım
Sen gözlerini açtın
Ben kapattım
Bütün gece seni sevdiğimi düşündüm
Söyleyemedim sustum
Nedense sustum

ve kitap düştü...

Erkek kadına dedi ki:

-Seni seviyorum, ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya...

Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde hudutsuz kere yüz...

Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..

Ve ben artık biliyorum: Toprağın - yüzü güneşli bir ana gibi - en son en güzel çocuğunu emzirdiğini.. Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olan parmaklarına başımı kurtarmam kabil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak.. Sen yürümelisin, beni bırakarak...

Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... AYRILDILAR...!

"umruma yaklaşmasın kimse"

doğaçlama yaşıyorum, artık hiçbir şeye şaşırmıyorum.. "Umrum"a yaklaşmasın kimse... Ne halim varsa görmekle meşgulüm..!

Artık Öğretildim ki;

Artık öğretildim ki; kimi sevdiğin önemliymiş.Uzun yolu göze alamayana kelebek olunmazmış.Nefesi yetmeyenle dipte hazine aranmazmış.Aşkın ibadetini bilmeyene bayram bağışlanmazmış..

Ben Yağmuru Gözlerinde...

ben yağmuru gözlerinde , bülbülü dillerinde , günahı bedeninde tanıyıpta sewmişim.. dönmüyor yedi cihan esirin olmuş zaman şarabı dudağından içip öyle sewmişimmmm...

20 Kasım 2010 Cumartesi

kimi sevsem...

Cezmi Ersöz
Kimi sevsem, onun hep uzakta bir sevdiği vardı, unutamadığı ilk aşkı ya da onu terk edip giden sevgilisi...
Kimi derinden sevsem, o bir başkasını derinden hatırlardı.
Öylesine çok sevdim ki onları, başkalarına duydukları sevgiyi anlatmalarını, sessizce, içim acıyla kanayarak dinledim.
Beni yitirmekten hiç korkmadılar; ...çünkü onlara göre fazla iyiydim; bu yüzden ilk anda vazgeçilebilirdi benden.
Beni terk edenlerden tek isteğim olurdu. 'Ne olur, bir daha beni aramayın! Çünkü ben kolay unutamıyorum.
Çünkü ben size duyduğum o akıl dışı aşk yüzünden keder bahçemi dağıtıyorum. Çocukluğumun o güzel bahçesini.
Böyle derdim onlara ama yine de ararlardı beni...
Soluksuz ve umutsuz kaldıkları bir gece mutlaka akıllarına ben gelirdim...

O, yedek sevgili!


{Cezmi Ersöz}

15 Kasım 2010 Pazartesi

Türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz...

Türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz...

Gitmek Cesaret İster

Kalmak zordur asıl

Hz.Mevlana


Sen uzattığın elini tutmayan ele mi dargınsın, Tutmayacak bir ele uzattığın için kendine mi kızgınsın..

Mucizeler Zinciri

Herşeyin oluşumunu, belli sebeplere bağlarız... 'Güneş olduğu için gölge olur' mantığı insanların hayattaki mucizeleri görmelerini engeller. Gözlerinin önünde gerçekleşen mucizeler, birçok insan için bazı sebepler sonucunda oluşan olaylardır... yani 'Sebepler Zinciridir'!

Örneğin: Ekmek fırında yapılır. Fırıncı ekmeği undan yapar. Un, fabrikadan gelir. Un fabrikası buğdayı toptancıdan alır. Toptancı ise buğdayı köylüden satın alır. Köylü tarlasına buğday eker. Topraktan buğday çıkar...vs. gibi herşey çeşitli sebeplere bağlıdır.

İnsanın "akıl ihtiyari" kalkmaması için, yani insanların mantık yoluyla anlayıp ikna olacağı sebepler sistemi vardır. Fakat açık bir şuurla bakıldığında, bu sebepler zincirinin aslında her detayını Allah'ın yarattığı bir 'Mucizeler Zinciri' olduğu anlaşılır!

Allah gölgeyi yarattıktan sonra güneşi ona sebep kıldığını bir ayette şu şekilde bildirmiştir:

Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzatıvermiştir? Eğer dilemiş olsaydı onu durgun kılardı. Sonra biz güneşi ona bir delil kılmışızdır. '(Furkan Suresi, 45) >

Sebepler ile düşünüldüğünde, tohumu toprağa atınca yeşermesi veya spermin yumurtayı döllemesiyle bir insanın oluşması makul karşılanır, fakat aslında hiç de makul değildir! `Bu konuda samimi düşünen bir insan, tek bir su damlasının akıl ve ruh sahibi bir insana dönüşmesinin büyük bir mucize olduğunun hemen farkına varır. Allah'ın, büyük bir mucize göstererek bir insanı var ettiğini açıkça görür. Çünkü açık şuurla bakıldığında, ne tür sebepler sıralanırsa sıralansın Allah'ın yaratma sanatının üstünlüğü görülür. Allah bir ayetinde şöyle bildirmektedir:

..."Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin? Fakat, O Allah benim Rabbim'dir ve ben Rabbim'e hiç kimseyi ortak koşmam." (Keyf Suresi, 37)

Önyargısız bakıldığında, Dünya koskoca uzayda boşlukta duruyor gibi gözükmektedir. Çeşitli çekim kuvvetlerinin etkisiyle dünyanın evrenin derin boşluğunda sakince durması makul görülür ama makul değildir. Normal şartlarda Dünya'nın Güneş'in çekim kuvvetinden dolayı ya tamamen Güneş'e doğru sürüklenmesi ya da dengesinin tamamen bozulması beklenir. Fakat bu şekilde olmamaktadır. Devasa gezegenimizin milyarlarca yıldır sonsuz evrende, zarar görmeden aynı yörüngede kalması, dengesinin asla bozulmaması, Dünya'nın hiç bir gök cisminden zarar görmemesi, tüm yaşam koşullarının canlılara uygun olması sebeplerle makul kılınamaz. Çünkü sebepler son derece hassas dengelere bağımlıdır ve hassasiyetin bozulması an meselesidir. Aslında 'sebep' mantığında düşünüldüğünde dünyanın zarar görerek yok olması bu şartlarda çok makuldur. Böyle bir şeyin yaşanmaması, üzerimizde Allah'ın yüce rahmetinin ve üstün korumasının olmasından dolayıdır. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:

Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 32) >

Örneğin, sadece gözü düşünmemiz bile şuur açıcıdır; Göz her an insana net görüntü sağlar. En mükemmel fotoğraf makinesi bile gözdeki merceğin yaptığı otomatik optik ayarını yapamaz. Fotoğraf makinesinin otomatik ayarında bile bir uğraşı gerekir, net görüntünün sağlanabilmesi için belli bir zaman geçer. Fakat insan bir yere bakarken, 'ben şimdi merceğimi daha netleştireyim, şimdi uzak görmeye ayarlıyayım' diye dahi düşünmez. Bu kadar detaylı bir yaratışın ''şuursuz bir et parçası'' tarafından yapıldığını düşünmek elbette imkansızdır. Allah gözün net görmesi için merceği sebep kılmıştır. Zihnimizde mükemmel netliği ile renkli, ışıklı ve hareketli bir dünya yaratan Yüce Rabbimiz Allah'tır.

Allah dileseydi herşeyi sebepsiz yaratırdı. Sebeplerin olması Allah'ın sonsuz aklını kavramamız için önemlidir. Sebeplerin her birinin birbiriyle bağlantılı yaratılması, hiçbir şeyin tesadüfen olamayacağının da ispatıdır. Çünkü Allah üstün aklıyla her şeyi en ince ayrıntısına kadar takdir edip düzenlemektedir.

Alıntı : Facebook 1 yeni mesajınız var grubundan alıntıdır.

13 Kasım 2010 Cumartesi

Victor Hugo



Öldükten sonra yaşamak istiyorsanız ;
Ya okumaya değer şeyler 'Yazın' , ya da... yazılmaya değer şeyler 'Yaşayın' !...''

8 Kasım 2010 Pazartesi

Adam Gibi Adam olmak


Çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse sen aklı başında kalabilirsen eğer herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır hem kendine güvenebilirsen eğer bekleyebilirsen usanmadan yalanla karşılık vermezsen yalana kendini evliya sanmadan kin tutmayabilirsen kin tutana düşlere kapılmadan düş kurabilir yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer ne kazandım diye sevinir ne yıkıldım diye yerinir ikisini de önem vermeyebilirsen eğer söylediğin doğruyu ve gerçeği büken düzenbaz kandırabilir diye safları dert edinmezsen ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz ve yeniden koyulabilirsen işe döküp ortaya varını yoğun bir yazı turada yitirsen bile yitirdiklerini dolamaksızın diline baştan tutabilirsen yolunu yüreğine, sinirine dayan diyecek direncinden başka şeyin kalmasa daherkesin bırakıp gittiği noktaya sen dayanabilirsen tek başına herkesle düşüp kalkıp yine de erdemli kalabilirsen unutmayabilirsen halkı krallarla gezsen dedost da düşmanda incitemezse senine küçümser nede büyültürsen çevreni her saatin her dakikasına emeğini katarsan alın terine hakçasına bölüşürsen vicdanındaki adaleti her şeyiyle dünya önüne serilir korktuğun yerde el öpmez hükümran olduğun yerde ezmezsen oğlum adam oldun demektir üstelik adam gibi bir adam.

Rudyard KPLİNG

5 Kasım 2010 Cuma

Neden, bir fincan kahve?


Çünkü, bir fincan kahve içmek dostla sohbet etmektir. Kahve içmek istiyorsunuz demek ki, siz de dost arıyorsunuz. "Neyi arıyorsan O'sundur." der Mevlana. "Aşkı arıyorsan âşık, zulmü arıyorsan zalimsindir."

Herkesle kahve içemezsiniz. Mesela çayı herkesle içebilirsiniz. Yoldan geçenlere tanısanız da, tanımasanız da seslenebilirsiniz, "Gelin, bir çay içelim." Ama herkesi kahve içmeye davet etmezsiniz. Sadece özenle seçtiklerinizle kahve içersiniz.

Çay içtiğinizde ısınır, üşümekten kurtulursunuz. Ama kahve içtiğinizde, ruhunuz ısınır. Zaten siz de, ruhunuzu ısıtacak bir dost aramışsınız demektir, kahve bahanedir. O yüzden kahve herkesle içilmez. Özel insanlarla kahve içersiniz. Dikkat ederseniz, çaya davet sesiyle, kahveye davet sesinin tonları bile farklıdır. Kahve içmeye davet edenlerde tatlı bir tebessüm vardır, üstelik davet sesi çok derinlerden gelir.

Çay davetini, mazeretiniz nedeniyle erteleyebilirsiniz. Kahve davetinde ise erteleme düşünülemez bile, bir gönül sizi dost sohbetine çağırmıştır. Koşarak gidersiniz.

Çay içerken birşeylerle meşgul olabilirsiniz. Kahve içerken sohbetin bir kelimesini bile kaçırmamak için herşeyi bırakır 'kahvedaşınızla' ilgilenirsiniz. Çay; kalabalık, gürültülü ortamlarda bile içilirken; kahve, sessiz, sakin ortamlarda, başbaşa içilir. Çay, büyük yudumlarla içilirken, kahve küçük yudumlarla yavaş yavaş içilir. Gaye gönlün istediği dostla uzun süre kalmaktır. Çay bittiğinde boş bardaklar hemen ortadan kaldırılır. Kahve bittiğinde ise fincanlar dostluğun nişanesi olarak bizimle birlikte kalırlar. Çoğu zaman güzel sözlerin devamı için şakayla karışık fincanlar kapatılır, fala bakılır. Bütün maksat dostluk anlarını uzun tutmaktır. Çünkü gönül bir dost istemiştir, kahve bahanedir.

Kahve, dostla, Çiçero'nun dediği gibi erdemlerine hayran olduğumuz insanla içilir. Bu yüzden kahve içtiğimiz insan da kahvenin değerini bilen insandır. Değer bilmek; hayat çizgimiz, dünya görüşümüz olduğundan geleceğimizi yönlendirir.

Delikanlı, çok iyi kahve pişiren bir kızla evlenmek ister. Çok iyi kahve pişiren kızı bulurlar, babasıyla birlikte konuk olurlar. Kız, yanında birer bardak suyla kahveleri getirir. Baba-oğul kahveleri içer ve çok beğenirler. Delikanlı; kahveye de, kıza da hayran kalır, 'zümrüdüanka'mı buldum diyerek kızla evlenmek ister. Lakin kız istemez delikanlıyı, "Delikanlının eli ayağı düzgün, hali vakti yerinde ama, bu delikanlı değer bilmez" der. "Çünkü kahveyi içtikten sonra üstüne bir bardak da su içti. Damağındaki o güzelim kahve tadını aldı götürdü, benim yaptığım kahvenin değerini bilmeyen, benim değerimi hiç bilmez..."

Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var derler ya, birlikte kahve içtiğimiz dostlarımıza dostluğumuzu belli etmemiz gereken anlar vardır. Nemrut, İbrahim Peygamberi ateşe atttığında, ağzında kuru bir dal olan küçük bir kuş gelip dalı ateşe bırakır. İbrahim Peygamber, kuşa seslenir, "O küçük çöp bu koskoca ateş için ne fark eder ki!" Kuş, "Olsun!" der. "Düşman olduğumuz belli olsun." Birazdan bir güvercin gelir, gagasındaki bir damla suyu ateşe bırakır. İbrahim Peygamber, "Bir damla su koskoca ateş için ne fark eder ki!" diye seslenir. Kuş cevap verir, "Olsun, dost olduğumuz belli olsun."

1 Kasım 2010 Pazartesi

W.Shakespeare


'Begendiginiz bedenlere hayalinizdeki ruhları koyup ask sanıyorsunuz...' W.Shakespeare

İyi ol... Sağ ol... Uzak ol...


Artık daha az seviyorum seni…
Unutur gibi, ölür gibi daha az…
Yeniden ödetiyorum kendime onca aşkın öğretemediğini…
Kolay değildi…
Kaç acı birden imtihan etti beni…
Bir tek gece vardır insanın hayatında...
Ömür boyu sürer nöbeti, bu da öyleydi..
İyi ol… Sağ ol... Uzak ol...
Ama bir daha görme beni…

Murathan Mungan

30 Ekim 2010 Cumartesi

KADINSAN...!



Kadınsan kadın gibi olacak,
Adam gibi adamı seveceksin…

Yürüyünce güller açacak önünde,
Ağlayınca inciler dökülecek.
Güneş seninle doğup seninle batacak.
Vermeyi de almayı da bileceksin doyuncak.
Sert olacaksın yerinde, yerinde yumuşacık.
Söz dinleyip susmayı da bileceksin usulcacık…

İşveyi, nazı, cilveyi, gülüp eğlenip raksetmeyi
Oyun bileceksin kadınsan…


Süründürüp yalvartmayı, tutsak edip bağlamayı,
Kaçmayı kovalamayı, av olup avlamayı,
Gözlerinden niyetini, istemez görünüp istemeyi
Bileceksin kadınsan… Akıllı olacaksın kadınsan.
Leb demeden leblebiyi,
Nereden gelinip nereye gidildiğini,
Rüzgarın nerden estiğini.
Çevirip yelkenleri, çekmeyeceksin boşa kürekleri…
Anlatınca dinlemeyi, konuşunca dinletmeyi,
Sorulunca söylemeyi bileceksin kadınsan…

Doğurgan olacaksın kadınsan.
Çatır çatır sancılı olsa da analık,
Adam edip adamı,
Birlikte büyüteceksin onu da kendini de…
Taş basıp bağrına, gıkını çıkarmayacak
Gün gelip elin öpüldüğünde öğüneceksin kadınsan…

Sefil etmeyeceksin kocanı, evladını,
Aşını, ekmeğini kotaracak
Gözünü budaktan sakınmayacak
Sözünü kimseden esirgemeyeceksin…
Varı yoktan yaratmayı,
Tozu kiri paklamayı,
Lafı sözü aklamayı,
Kusurları saklamayı,
Karanlığı dağıtmayı
Bileceksin kadınsan…

Kırılgan olmayacaksın kadınsan.
Ağlatanı ağlatacak, kapını kapatacaksın.
Diz çöküp yalvaranı affedip okşayacaksın…
Basan olursa damarına, çattın mı hele kaşlarını,
Ateşle oynayacak, bir koyup bin almayı
Bileceksin kadınsan…

Sabırlı olacaksın kadınsan.
Ateşin suyun keyfini beklemeyi,
İlmek ilmek çile üretmeyi,
Bazen önde olup bazen çekilmeyi
Düğümleri tek tek çözmeyi
Bileceksin kadınsan…
Derin tasasız uykuları özleyecek,
Açlığa yokluğa katlanacak,
Alnının terini biriktirecek,
Kan tükürüp kızılcık şerbeti içtim
Diyeceksin kadınsan.

Ağlamayı öğreneceksin, çareler tükendiğinde.
Yırtınıp dizlerini döverek, başını taşlara vurarak
Burnunu çekip için için de…
Elin kolun bağlandığında, tuz bassalar yarana
Sessiz çığlıklar atmayı, bağırmayı, isyanı da
Öğreneceksin kadınsan…

Yılmayacaksın kadınsan.
Zalimse kocan, nankörse bir de evladın
Ardından gideceksin yazgının…
Yıkılsa da evin ocağın kesseler akmayacak kanın.
Taş taş üstüne koyup yeniden
Sarıp bir bir yaralarını başlayacaksın en baştan…

Dayanacaksın kadınsan.
Ateşlerde yanmaya, rüzgarlarda savrulmaya,
Köpek olup yalvarmaya, dolmaya boşalmaya.
Sözün ağırına, sevginin arsızına.
Kurtlar kemirse de içini, kudursan da ihtirastan
Dayanacaksın ihanete, yalana…

Alışacaksın kadınsan.
Bahara kışa, gündüze geceye,
Çevrime döngüye, erimeye çürümeye…
Gidip te dönmeyene, kadir kıymet bilmeyene
Alışacaksın…

Anlayacaksın ateşin sıcak, suyun soğuk,
Taşın sert, bıçağın keskin olduğunu.
Anlayacaksın aşkın yalan, sevginin gerçek olduğunu.
Kollarında olanınsa yanında olmadığını.
Anlayacaksın kadınsan…

Kadınsan kadın gibi olacak,
Adam gibi adamı seveceksin

26 Ekim 2010 Salı

yasak dediler...



Senin için ‘ yasak ‘ dediler.
—Yasaklar çiğnenmek içindir, dedim.

Senin için ‘ imk...ânsız ‘ dediler.
—Önemli olan imkânsızı başarmak, dedim.

Senin için ‘ olmaz ‘ dediler.
—Dünya da olmayacak şey yok, dedim.

Senin için ’ zor ‘ dediler.
—Kolay olsaydı değeri olmazdı, dedim.

‘ Onda bulduğun nedir ki ‘ dediler.
—Herkeste arayıp bulamadığım, dedim.

Senin için ‘ o ne ‘ dediler.
—Hayattaki gülen yüzüm, dedim.

‘ Ona öyle nasıl bağlandın ‘ dediler.
—Ben değil o ”bağladı” dedim.

‘ Oda senin gibi sevdi mi ‘ dediler.
İşte cevap veremediğim tek şey buydu.

‘ Eğer bunu bilmiyorsan vazgeç ‘ dediler.
—Vazgeçecek olsaydım sevmezdim, dedim.

17 Ekim 2010 Pazar

Ne güzel cahildik



Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz b...ozulmazdı hiç!
Murat Başaran'ın bu muhteşem yazısını eski cahillikleri özleyenler için

Dışarıda kar...
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa...

Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...

Bir kez olsun kümesten yumurta almamış,
bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında, boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...

Dışarıda kar...
İçeride kanaat...
İçeride huzur...
Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer,
kokusuna râm olurduk.
Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...

Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma
dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine,
geniş ve besleyici bir masal dünyası...

Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret
kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi,
sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı... Domates de...
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.

Dışarıda kar...
İçeride huzur...
Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu,
yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi...
Kimin umurunda...

Ne güzel cahildik.
Mutluluğun resmini çiziyorduk..

Bir Karı-Koca'nın Aynı Gün Günlüğe Yazdıkları :))))


Kadının Günlüğüne yazdıkları:

Bugün üç yıl bitti.

Onun karşısına gelinlikle çıktığ...ım günkü kadar mu...tluyum. Tanrım, onu ne kadar seviyorum.

Mükemmel bir erkek,cazibeli, yakışıklı, anlayışlı,sevecen, her şey var.

Bugün Cumartesi,bıraktım arkadaşlarıyla eğlensin.

En sevdiği yemek olan pastırmalı Kurufasulye ile pilav yapıyorum.

Pişti, demleniyor.

Banyo yaptım, en sevdiği kıyafeti giydim.

Yemekten sonra, şöminenin karşısına bir şişe kırmızı şarapla uzanacağız...

Eve geldi sonunda.
Beni öpüşü biraz soğuktu, aklı başka yerde sanki.

Aman Tanrım, yoksa?

Tüm cilvelerime rağmen, bana yanaşmadı. Arkadaşlarıyla ne yaptığını sordum, ağzında birşeyler geveledi.

Yemekte biraz keyfi yerine gelir gibi oldu, ama hala dalgın, hala uzak, hala kabuğuna çekilmiş.

Herhalde ÖTEKİNİ düşünüyor. Benden genç mi acaba?
İşyerindeki sarışın pazarlama temsilcisi olmasın?

Şöminenin karşısında şarabımızı yudumlarken, artık dayanamadım 'neyin var?' diye sordum.
Gülümsedi, zoraki bir gülümseme, acı dolu, uzaklık dolu.. 'Yok birşeyim' diye geçiştirdi.

O gürül gürül yanan aşkın bu kadar çabuk biteceğine inanamıyorum, daha dün bana ebediyete kadar benimle olmak istediğini söylüyordu.

Bugün aramızda iletişim kopukluğu başladı bile.

Belki de kilo alıyorum. Çok mu vır vır yapıyorum? Elini tuttum. Elimi okşadı,ama eller hissiz, parmak uçları soğuk... Stepe başlasam? Çocuk istesem? Yalan, yalan, yalan.

Kendimi kandırmaktan başka bir şey değil bunlar.
Bitti...Bittti...Bitti. Tanrım, ölmek istiyorum. Kendimi son kez onun kollarına attım. Ağlaya ağlaya uykuya dalmışım.

Kocanın Günlüğüne yazdıkları :

Öff be, FENERBAHÇE yine yenildi. Ama, kuru fasülye güzeldi.

NOT: erkekler kalem gibidir......nekadar ince gözükseler de ham maddeleri odundur.

14 Ekim 2010 Perşembe

PEKİ YA İNSAN ?


"Yere düsen ekmegin üstüne basan insan görmedim ama yere düsen insani tekmeleyen çok kisi gördüm" diyor... Saygili olmaktaki kusurlarimizi söyle anlatiyor:

- Birbirimize saygili olma konusunda 3 tip temel hatamiz var...

Avrupa'da yasayan vatandasimiz, orada yerlere çöp atmiyor ama Kapikule'den girer girmez yerlere tükürmeye, çöp atmaya basliyor. Niye burada böyle yapiyorsun diye soruldugunda, herkes böyle yapiyor diyor. Kendi fikri olmayan insanin duruma göre hareket etmesidir bu.

Ikinci hatamiz, adama göre davranmamiz. Karsimizdaki adam iri yariysa, 'Buyur Abi', diyoruz, ufak tefekse, 'Ne var lan!' diyoruz. Oysa ki, insanlarin onuru birbirine esittir.

Üçüncü hata, keyfimize göre davranmak. Keyfimiz yerindeyse eve girerken 'Merhaba millet' diyoruz, degilse surat asiyoruz. Oysa keyfimiz yerinde olsun olmasin insanlara saygili davranmak zorundayiz.

Diyorum ki, yerdeki ekmege saygili olma konusunda ülkemde mutabakat var, kimse basamaz, ayagiyla dürtüklemez ya da öper, koyar bir kenara.

Ekmek nimettir kabul, peki insan nimet degil mi?

PROF. Üstün DÖKMEN

8 Ekim 2010 Cuma

♥ Aşk


... . Bir sevda düşlemesi gibidir aşk !... Yanmaktır bir gülün kırmızısında... Türküler yakmaktır sevgiliye... Gün batımlarında tutulan sevdaları gün doğumlarında aramanın adıdır aşk... Seherlerde bülbülün yanık nağmelerinde gül hasreti çekmektir... Güle rengini veren, yüreğini veren bülbül olmaktır aşk... Aşk... Kar beyazı vefalar saklar bağrında ama sonu "kaf" la biten, "aşk" ta kalb vardır... Çünkü Kaf, kalbidir aşkın... Aşkın kalbini çıkarıp aldığınızda geriye "aş" (k) kalır, ceset kalır, madde kalır... Aşk medeniyetinin sevgi pazarında, gönlümü bir sevdaya, son sevdaya, en sevdaya sunmanın hesabındayım... Kapısına gelen aşıkına seslenen sevgilinin tek olma hayali gibi… - Kimsin ?.. diye seslenir kapısını çalana… Aşka tutulan aşık "benim" der... Ve tekrar seslenir sevgili... - Burada iki kişiye yer yok... Gönlüm teki arzular... Tekrar kapının tokmağına dokunan ve ısrarından vazgeçmeyen aşık, benlik libasından sıyrılır... "Sen' im" der... Vahdete adım atar, bırakır ikiliği, bırakır çokluğu... Sevdiğinde fani olur ve aşk' ın bekasını bulur… Çünkü !... Ebedi aşkı arzulayanlar, sevdiğinde fani olup ölümsüzlüğe kucak açanlardır...

6 Ekim 2010 Çarşamba

...çoğa göz dikmeyişimsin


Bir gün Mevlâna eve girer ve hanımı ona sorar;
" Bu kadar Aşıksın Mevlâ'ya, şükürler olsun bu Aşkı yaşayıp yaşatana..! Peki bana ne kadar Aşıksın..?" der.
Mevlâna hanımına şöyle der;
Sen benim; Yaradan’dan ötürü yaradılanı sevişim,
Bir adım gelene on adım gidişimsin
Ve herkesi olduğu gibi kabul edişimsin
Sen benim; bugünüme şükür ve yarınıma dua edişim,
Azla yetinişim, çoğa göz dikmeyişimsin

5 Ekim 2010 Salı

V.Hugo



Bazen alabileceğin en büyük intikam; affetmektir. Ve bazen karşındakine verebilecek en güzel cevap gülüp geçmektir !

Dünyayı Nasıl Görüyorum ? - Albert Einstein..



Biz dünyalıların ne garip bir durumu var! Burada kısa bir süre için bulunuyoruz.... Niçin geldiğimizi bilmiyoruz, sezer gibi oluyoruz zaman zaman. Ama, çok derinlere gitmeden, günlük yaşam bakımından başkaları için var olduğumuzu biliyoruz; önce, bütün mutluluğumuzu gülümsemelerine ve rahatlarına bağladığımız kimseler için, sonra da, yakından tanımadığımız ama kaderlerine sevgiyle bağlı olduğumuz bütün insanlar için.İç Ve dış hayatımın, ölü ve diri bütün insanların emeğine bağlı olduğunu, aldığım ve hâlâ almakta olduğum şeyleri aynı ölçüde var gücümle vermeğe çalışmam gerektiğini her gün durmadan düşünüyorum. Azla yetinmek gereğini duyuyorum ve çok kez başkalarına gereğinden fazla iş yüklediğimi düşünüp üzülüyorum. Bana öyle geliyor ki,toplumun sınıfları arasındaki ayrılıklar haksız ve yersizdir; bu ayrılıklar, aslında, zorbalığa dayanmaktadır. Ayrıca şuna da inanıyorum ki, sade ve kendi halinde bir yaşayış, beden ve kafa bakımından herkes için daha iyidir.

İnsanın filozofik anlamdaki özgürlüğüne hiç de inanmıyorum. Her birimizin davranışları, yalnız dış baskıların değil içten gelen bir takım zorunlukların da etkisindedir. Schopenhauer'in «Bir insan istediğini yapar ama, istediğini istiyemez» sözü tâ gençliğimde içime işlemiş ve gerek kendi hayatımdaki gerek başkalarının hayatındaki sıkıntılar karşısında sürekli bir avunma, tükenmez bir sabır ve hoşgörü kaynağı olmuştur. Bu düşünce, insanın kolayca elini,kolunu bağlayan sorumluluk duygusunu yumuşatır, gerek kendimizi gerek başkalarını gereğinden çok ciddiye almamızı önler; humur'a (gülen düşünceye) yer veren bir hayat görüşüne götürür bizi.

İnsan hayatının, genel olarak, yaradılışın anlamını ya da amacım" araştırmak, nesnel bakımdan saçma gelir bana öteden beri. Bununla birlikte, herkesin davranış ve yargılarını yöneten bir takım ülküler vardır. Bu bakımdan, rahatlık ve mutluluğa, hiç bir zaman birer amaç gözüyle bakmadım. Böyle bir ahlaksal temel domuz sürülerine yaraşır daha çok. Yolumu aydınlatan, bana durmadan yaşama sevinci ve cesareti veren ülküler,İYİLİK, GÜZELLİK ve DOĞRULUK olmuştur. Aynı inançları paylaştığım insanlarla birlik olduğumu duymasam, sanat alanında ve bilim araştırmalarında hiç bir zaman ulaşılamıyacak bir amaca yönelmesem, hayat bana bomboş gelebilirdi. Nice insanların her gün ardına düştükleri mal mülk edinme, kolay başarı kazanma, süslü püslü yaşama, tâ çocukluğumdan beri tiksinti uyandırmıştır bende.

Bende coşkun bir toplumsl adalet ve sorumluluk duygusu vardır ama, nedense insanlara ve insan topluluklarına doğrudan doğruya bağlanma isteği hemen hiç yoktur. Ben tek başına düşünen bir insanım, dar anlamıyla hiç bir zaman bütün yüreğimle ne devlete bağlı kalmışımdır, ne ana yurda, ne dostlar çevresine, ne de aileye. Bütün bu bağlara karşı hiç eksilmeyen bir yabancılık ve yalnızlık duygusu beslemişimdir.Bu duygum yaşlandıkça daha da artmıştır. İnsan vahlanarak da olsa, başkalarıyla anlaşma ve uzlaşmanın bir sınırı olduğunu açıkça görür. Bunu gören, gerçi,iç temizliğini, kaygısızlığını azçok yitirir. Ama, buna karşılık, başkalarının düşüncelerinden, alışkanlıklarından ve yargılarından geniş ölçüde bağımsız, kalarak kendi dengesini hiç de sağlam olmayan bir temel üstüne kurmaya kalkmaz.

Benim politik ülküm demokratik ülküdür. Herkes saygı görmeli ama, hiç kimseye tapılmamalıdır. Bana karşı insanların gereğinden çok saygı ve hayranlık göstermesi talihin bir cilvesidir. Bunda benitaı kabahatim olmadığı gibi, hak etmiş de değilim bunu. Bu aşırı saygı, benim cılız gücüm ve ardı arası gelmez didinmelerimle bulduğum bir kaç düşünceyi anlamakta zorluk çekmelerinden gelebilir. Çok iyi biliyorum ki, her hangi bir örgütü gerçekleştirmek için, bir tek kişinin düşünmesi, buyurması ve toptan sorumluluk yüklenmesi gerekir. Ama yönetilenler baskı altında olmamalıdır. Yöneticilerini seçebilmelidirler. Zorbalığa dayanan otokratik bir düzen, bence, kısa zamanda bozulur. Çünkü, zorbalık ruhça aşağılık insanları çeker ve dâhi zorbaların yerine haydutların geçmesi şaşmaz bir yasadır bence. Bu yüzden, bugün italya'da ve Rusya'da gördüğüm böylesi düzenlerin karşısındayım var gücümle. Bugünkü Avrupada demokrasi yolunun gözden düşmesinin nedenini, demokrasinin temel düşüncesinde değil, hükümet başındakilerin kolay değişkenliğinde ve oy mekanizmasının kişileri tek tek hesaba katmayan niteliğindedir. Ama bence Kuzey Amerika Birleşik Devletleri bu bakımdan doğru yolu bulmuşlardır. Uzunca bir süre için seçilmiş sorumlu bir başkanları vardır, ve bu başkan sorumluluğunu etkin olarak taşımasına yetecek güçten yoksun değildir. Buna karşılık, bizim politik sistemimizde insan tekinin hastalık ya da yoksulluk hallerinde gördüğü geniş ilgiyi değerli buluyorum. İnsanlığın çarklarında, bana gerçekten önemli görünen devlet değil, yaratıcı ve duygun insanteki kişiliğidir. Soylu ve yüce olanı yaratan odur. Çoğunluksa düşüncede budalalığa, duygularda şaşkınlığa düşebilir.

Bu konu beni sürü haline gelen insan topluluklarının en kötüsünden, hiç sevmediğim ordudan söz açmaya götürüyor.Bir mızıkanın ardından sıra sıra yürümekten zevk alan kimseyi adam yerine koymam. Onda, bir beyin olmasa da olur. Yalnız murdar ilikle bu iş pekâlâ başarılabilir. İnsan uygarlığının bu yüz karasını bir an önce yok etmek ' gerekir. Ismarlama kahramanlık, budalaca oldu bittiler, sözde yurtseverlik palavraları tiksindirir beni. Savaş ne kadar iğrenç, ne kadar aşağılık geliyor bana! Böyle yürekler açısı bir işe girmektense, dilim dilim kesilmeye razıyım. Buna rağmen, insanlara o kadar güvenim var ki, bence bu umacı çoktan yeryüzünden kalkmış olurdu, eğer okul ve basın.Bu satırlar Hitler ordusunun dünyayı kasıp kavurduğu ve 6.000 yahudiyi zehirli gazlarla öldürdüğü günlerde yazılmıştır.

Duyabileceğimiz en güzel şey, hayatın esrarlı yanıdır. Sanatın ve gerçek bilimin beşiğinde bu ana duygu vardır. Onu bilmeyen, dünya karşısında şaşkınlık ve hayranlık duymayan kimse, ne de olsa, ölü ve gözü kapalı gibidir. Hayatın sırlarıyla karşı karşıya gelmek, korku ile de karışarak dinleri yaratmıştır. Ulaşamayacağımız bir şeylerin var olduğunu bilmek, ancak en ilkel bir biçimde anlayabileceğimiz en derin aklın ve en parlak güzelliğin belirtilerini görmek, bu bilgi ve bu gerçek dindarlığın tâ kendisidir. İşte bu anlamda, ve yalnız bu anlamda, derinden dindar olan insanlara katılıyorum. Kendi yarattıklarını cezalandıran ya da ödüllendiren, biz insanlarınkine benzer istekleri olan bir Tanrıyı benim aklım almaz. Bedeni ile öldükten sonra yaşayabilecek bir insan da düşünemem. Zayıf yürekliler, korku ya da gülünç bir bencillikle bu.çeşit düşünceleri beslesinler istedikleri kadar. Hayatın sonsuzluğundaki sır ve gerçeğin akılları aşan kuruluşuna bakış, bir de tabiatta kendini gösteren akim, ne kadar küçük olursa olsun, bir parçacığını kavramak için göstereceğimiz o içten çaba yetiyor bana.

Kaynak;dusundurensozler.blogspot.com

29 Eylül 2010 Çarşamba

Üzülme

Üzülme!..
Dert etme can!..
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, ...yürüyebiliyorsan... Ne mutlu sana!.. Elinde olmayanları söyleme bana...
Elinde olanlardan bahset can!… Üzülme!..
Geceler hep kimsesiz mi geçecek?..
Gidenler dönmeyecek mi?..
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede..
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...
Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?..
“Hüzün olgunlaştırır” ...“Kaybetmek sabrı öğretir”...
(Hz. Mevlana)
Ağlayabilmek İçin İlle Yılanlı Kuyuya Düşmek Mi Lazım?... Asıl Dünyanın En Korkunç Bir Yılanlı Kuyu Olduğunu Anlamak Yetmez Mi?"
"Her arayan bulamaz, ancak bulanlar yalnızca arayanlardır."
"Yoktuk, bizi var ettin ve yine bedenlerimiz yokluk alemine gidiyor. Ama gel gör ki, bu arada sana aşık olduk. O nakşı işleyen kalemin sahibine aşık olduk."

Bir gönlü mü kırdın; ağlamalısın. Hele özür dilemesini bilmiyorsan; senden dost ...olmaz.. Senden yâren olmaz.. Ya incittiğin, kırdığın gönlü ALLAH seviyorsa, Rasulullah (s.a.v) seviyorsa, hatta arz-ü sema dahi seviyorsa! Nerden bileceksin, bilmiyorsun. Bilseydin ödün kopardı dokunmaktan.. [Hz. Mevlana] [Ahde Vefa]

28 Eylül 2010 Salı

nette tanışan iki genç arkadaş olurlar. zaman içinde sıkı bir dostluğa dönüşen beraberliklerini zedelememek için hiçbir zaman birbirlerini görmemeğe, fiziki özelliklerinden bahsetmemeye karar verirler.

ısimlerin, şekillerin olmadığı sadece ruhların derinliklerinden gelen en samimi duyguların dile getirildiği zaman ve mekan unsurlarından soyutlanmış bir birliktelik içinde sürer dostlukları.

ve bir gün bakarlar ki birbirlerini tamamlayan iki varlık olmuşlar. yazışmadıkları gün hatta saat olmamaya başlamışlar. adeta nefes alış gibi doğal bir bütünleşme, isim takamadıkları bir aşk gelişmiş içlerinde. tüm beşeri sıfatlardan sıyrılmış, bambaşka bir halmiş bu.

aradan geçen zaman zarfında, artık kesinlikle birbirlerinden asla kopamayacaklarına inandıkları gün; tanışmaya ve evlenmeye karar vermişler.

ve ikisinin de çok iyi bildikleri bir kentin çok iyi tanıdıkları bir sahilinde buluşmak üzere anlaşmışlar.

hanımın elinde kırmızı güller ve dudaklarında sevgi dolu bir gülümseme olacakmış. erkek ise hiçbir alamet taşımayacakmış.

nihayet beklenen gün gelmiş. genç erkek sözleştikleri yere yaklaştıkça kalbi duracak gibi oluyormuş. ışler biraz değişmeye başlamış kalbinde. ya çok çirkin bir kadınsa sevdiceği, ya kör, topal ya da………… ise. biraz hata yaptığını düşünür gibi olmuş ama çabuk savmış bu kendine ve aşkına yakışmayan düşünceleri zihninden.

karşıda elinde bir gül tutan ve sağa ,sola bakınan hanımı görmüş. ıçi hop etmiş fakat dudaklarında beliren düş kırıklığını biraz olsun giderebilmek için bir, iki derin nefes almış ve son derece kararlı adımlarla hanımın yanına yaklaşmış.

annesi yaşında hatta daha da yaşlı, saçları pamuk gibi bembeyaz, yüzü yaşadığı yılların derin izleri ile buruşmuş fakat dudaklarında güzel bir o kadar da şaşkın bir tebessümle kendine doğru yaklaşan genç erkeğe bakıyormuş. gözleri bin bir soru ile kıpırdıyor, yorgun gözkapakları arada bir feri kaçmış gözbebeklerini uzaklara yönlendiriyor ama yaşlı kadın gözlerini genç erkeğin bakışlarına kilitlemeye çalışıyormuş.

zihninde çeşit, çeşit zıt fikirlerin koşuştuğu genç adam bir, iki yutkundu ve gücünün son raddesindeki bir hıçkırıkla,
"merhaba aşkım. nasılsın." dedi.

kadere teslim olmuştu. söz vermişti. biliyordu her şey olabilirdi. bir an gözlerini kapadı ve yazışmalarını hatırlamaya çalıştı. onca duygu dolu kelimeler, sevda yüklü vaatler, parlak gelecekler nasıl olmuştu da bu yaşı geçmiş hatunun kaleminden dökülebilmişti. bir türlü inanamıyordu fakat gerçek gün gibi ortadaydı.
yaşlı kadının elinde tuttuğu kırmızı güller aldı ve tarif edilemeyen bir duyguyla onları öptü. sonra elini uzattı ve,

"hadi kalkmana yardım edeyim aşkım. buradan uzaklaşalım. " dedi.

olanları anlamsız gözlerle seyreden yaşlı kadın dudaklarını araladı ve,

"ey oğul, ben yıllardır bu kelimeyi unutmuş anan belki ninen yaşta bir kadınım. neler oluyor anlayamadım ama o gülleri elimden niye aldın. onları bana şu ilerde oturan genç kız verdi. birini bekliyormuş, burada buluşacaklarmış. gelirse benim tarafımdan bu gülleri ona verir misin demişti. ben de o genci bekliyordum. yoksa o sen misin?"

genç adam bir an soluksuz kaldı, boğazında düğümlenen hıçkırık ve karmakarışık duygularla yaşlı kadının işaret ettiği yöne baktı. bir çift sevgi ve minnettarlıkla parlayan yeşil göz kendisine gülümsüyordu. telaşla yaşlı kadının ellerini öptü ve gülleri ona tekrar vererek işaret edilen tarafa koşmaya başladı. genç kız da ayağa kalkmış onu bekliyordu.

"seni izledim. şayet gülleri almayıp geri dönseydin sessizce buradan uzaklaşacaktım. seni doğru tanımışım aşkım."
nette tanışan iki genç arkadaş olurlar. zaman içinde sıkı bir dostluğa dönüşen beraberliklerini zedelememek için hiçbir zaman birbirlerini görmemeğe, fiziki özelliklerinden bahsetmemeye karar verirler.

ısimlerin, şekillerin olmadığı sadece ruhların derinliklerinden gelen en samimi duyguların dile getirildiği zaman ve mekan unsurlarından soyutlanmış bir birliktelik içinde sürer dostlukları.

ve bir gün bakarlar ki birbirlerini tamamlayan iki varlık olmuşlar. yazışmadıkları gün hatta saat olmamaya başlamışlar. adeta nefes alış gibi doğal bir bütünleşme, isim takamadıkları bir aşk gelişmiş içlerinde. tüm beşeri sıfatlardan sıyrılmış, bambaşka bir halmiş bu.

aradan geçen zaman zarfında, artık kesinlikle birbirlerinden asla kopamayacaklarına inandıkları gün; tanışmaya ve evlenmeye karar vermişler.

ve ikisinin de çok iyi bildikleri bir kentin çok iyi tanıdıkları bir sahilinde buluşmak üzere anlaşmışlar.

hanımın elinde kırmızı güller ve dudaklarında sevgi dolu bir gülümseme olacakmış. erkek ise hiçbir alamet taşımayacakmış.

nihayet beklenen gün gelmiş. genç erkek sözleştikleri yere yaklaştıkça kalbi duracak gibi oluyormuş. ışler biraz değişmeye başlamış kalbinde. ya çok çirkin bir kadınsa sevdiceği, ya kör, topal ya da………… ise. biraz hata yaptığını düşünür gibi olmuş ama çabuk savmış bu kendine ve aşkına yakışmayan düşünceleri zihninden.

karşıda elinde bir gül tutan ve sağa ,sola bakınan hanımı görmüş. ıçi hop etmiş fakat dudaklarında beliren düş kırıklığını biraz olsun giderebilmek için bir, iki derin nefes almış ve son derece kararlı adımlarla hanımın yanına yaklaşmış.

annesi yaşında hatta daha da yaşlı, saçları pamuk gibi bembeyaz, yüzü yaşadığı yılların derin izleri ile buruşmuş fakat dudaklarında güzel bir o kadar da şaşkın bir tebessümle kendine doğru yaklaşan genç erkeğe bakıyormuş. gözleri bin bir soru ile kıpırdıyor, yorgun gözkapakları arada bir feri kaçmış gözbebeklerini uzaklara yönlendiriyor ama yaşlı kadın gözlerini genç erkeğin bakışlarına kilitlemeye çalışıyormuş.

zihninde çeşit, çeşit zıt fikirlerin koşuştuğu genç adam bir, iki yutkundu ve gücünün son raddesindeki bir hıçkırıkla,
"merhaba aşkım. nasılsın." dedi.

kadere teslim olmuştu. söz vermişti. biliyordu her şey olabilirdi. bir an gözlerini kapadı ve yazışmalarını hatırlamaya çalıştı. onca duygu dolu kelimeler, sevda yüklü vaatler, parlak gelecekler nasıl olmuştu da bu yaşı geçmiş hatunun kaleminden dökülebilmişti. bir türlü inanamıyordu fakat gerçek gün gibi ortadaydı.
yaşlı kadının elinde tuttuğu kırmızı güller aldı ve tarif edilemeyen bir duyguyla onları öptü. sonra elini uzattı ve,

"hadi kalkmana yardım edeyim aşkım. buradan uzaklaşalım. " dedi.

olanları anlamsız gözlerle seyreden yaşlı kadın dudaklarını araladı ve,

"ey oğul, ben yıllardır bu kelimeyi unutmuş anan belki ninen yaşta bir kadınım. neler oluyor anlayamadım ama o gülleri elimden niye aldın. onları bana şu ilerde oturan genç kız verdi. birini bekliyormuş, burada buluşacaklarmış. gelirse benim tarafımdan bu gülleri ona verir misin demişti. ben de o genci bekliyordum. yoksa o sen misin?"

genç adam bir an soluksuz kaldı, boğazında düğümlenen hıçkırık ve karmakarışık duygularla yaşlı kadının işaret ettiği yöne baktı. bir çift sevgi ve minnettarlıkla parlayan yeşil göz kendisine gülümsüyordu. telaşla yaşlı kadının ellerini öptü ve gülleri ona tekrar vererek işaret edilen tarafa koşmaya başladı. genç kız da ayağa kalkmış onu bekliyordu.

"seni izledim. şayet gülleri almayıp geri dönseydin sessizce buradan uzaklaşacaktım. seni doğru tanımışım aşkım."

25 Eylül 2010 Cumartesi

of of of


Bir erkeğin yumruğundan bile serttir bazen bir kadının son sözü. Çünkü; 'İlki dişlerini döker, Öteki düşlerini' .

23 Eylül 2010 Perşembe

YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...

Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?

Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.

Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?

´´Seni seviyorum´´ sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.

Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?

Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...

Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?

Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.

Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?

Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.

Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?

Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.

Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?

Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.

Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?

Nereden bileceksin?
Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.

Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda sarhoş olmazdım.

Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni..

Ama sen hiç benimle olmadın ki...
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...
"Üzülme" der Mevlana

"Bir yandan korku, bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun,
Tek kanatla uçulmaz zaten.

Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil,
Kilimin tozunu almaktır.

Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır.
Niye kederlenirsin?

Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz.
Yüzük olmak dileyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır."

MEVLANA

21 Eylül 2010 Salı

Seven Razı Olur!!


Hz. Musa (a.s.) bir münacatinda , Allah Teala’ya, Ey Rabbim, kulların içinde hangisi sana daha sevimlidir?” diye sordu. Allah Teala:

“Sevdiğini elinden aldığımda bana teslim olan ve isyan etmeyen kimsedir” diye vahyetti. Hz. Musa (a.s.):

“Ya Rabbi, kulların içinde en çok kime gazap edersin?” diye sordu; Allah Teala şu cevabı verdi:

“Bir işte önce hayırlısını benden isteyip bir hüküm verdiğimde takdirime kızan kimsedir.”

Allah Teala Kudsi bir hadiste şöyle buyurmuştur:

"Kim benim hükmüme rıza göstermez, verdiğim musibete sabretmezse benden başka bir RAB arasın”

Beyin Öyle Bir Güçtür ki...


Zihinden geçen her düşüncenin Allah katında bir talep olduğuna inanıyorum iyi şey ister güzel şeyler düşünürseniz cevabı aynen öyle gelir ama hep korku ve kuşkuyla yaşarsanız aynen bunları da çağırırsınız. Trafik kazasından korkan insanlar hep kazaya uğrarlar. Eğer siz korkuyla yola çıkar ve hep bunu beyninizde kurgulayıp etrafa negatif enerji yayarsanız mutlaka şoföre kaza yaptırırsınız ama arabayı siz kullanıyorsanız ve böyle korkularınız varsa eğer sakın araba kullanmayın... Çocuğuna aşırı korumalı ana ve babalarının çocuklarına hep bir şeyler olur yani biri bir taş atsa bile gelir sizin çocuğunuzun kafasını bulur o zaman siz şunu düşünürsünüz -onu kollayıp korumasam hep başına olumsuz şeyler geliyor– Neden acaba? Bu tıpkı yumurtamı tavuktan çıkar yoksa tavuk mu'yu andırmıyor mu?

Öyle mutsuz bir toplum olduk ki birbirimize günaydın diyemiyoruz, bir araya geldiğimizde hep olumsuz olaylar konuşuyoruz, biri bize nasılsın dese iyiyim demeye korkar olduk, işler nasıl deseler, derhal şikâyet etmeye ve her şeyin kötü ve daha da kötüye gittiğini söylüyoruz. Hastalıklarımızdan ve ölümlerden bahsediyoruz yani dostlarla da sohbetin güzelliği, keyfi kalmadı. Hep para olmadığından yakınıyoruz sanki bunu soran bizden para isteyecekmiş gibi. Aynen devam edin, neyi YOK diyorsanız, onu YOK etmeye devam edin, sürekli şikâyet edip etrafa olumsuz ve zavallı görünerek her şeyin bereketini kaçırın, ayrıca da bu kadar mızırdanma sonunda dostlarınızı da kaçırdığınızı fark edeceksiniz.

Hep hastayım diyen insanlar mutlaka hasta olurlar beyin şartlanmaya görsün hangi hastalıktan korkup, çağırıyorsanız size onu getirir. Sürekli param yok diyen insanlar paralarının bereketini öyle kaçırırlar ki bir gün gelir birde bakarlar gerçekten paraları bitmiş ama bu bitiş ani çıkan hesapta olmayan mecburi harcamalarda olabilir, sağlığa harcanması gereken miktarlar da olabilir. Allah zaten verilen nimetlere şükretmesini bilmeyen kullarından bu nimetleri bir müddet sonra almaya başlar. Çevrenize bakın örneklerini çok göreceksiniz. Gelin bundan sonra nasılsın diyenlere ÇOK İYİYİM ÇOK ŞÜKÜR demekle işe başlayın...

Öyle bir toplum olduk ki karşımızdakini yargılamaktan sevmeye zaman bulamıyoruz. Oysa her yaşta sevgiye ihtiyacımız var. Sevgi sunulmazsa sevgi değildir. Neyi severseniz sevin ama içinizde yoğun sevgi duyguları olsun. Birisine sevginizi söylediğinizde hareketlerle bunu pekiştirdiğinizde ona öyle güzel bir enerji yollarsınız ki, onun mutluluğunun enerji şeklinde size geri dönüşünden aldığınız pozitifi başka hiçbir şeyde bulamazsınız.

Yeni bebeği olmuş bir anne eğer sıkıntıları varsa veya olumsuz bir kişiliğe sahipse lütfen en olumlu olduğunda bebeğini kucağına alıp onu çıplak tenine değdirsin. Eğer bebeklerinizin huzurlu ve sağlıklı bir bebek olmasını istiyorsanız onu sakin kavgasız gürültüsüz ve pozitif bir ortamda büyütmeye çalışın, Kızgınken, sinirliyken kucağınıza almamaya çalışın ve ona sınırsız sevginizi gösterin. Öpün koklayın ve bilin ki bu günler çok çabuk geçecek ve bilin ki çok çabuk büyüyorlar. En güzel şekilde göstermemiz bir şükür ve teşekkür değil mi?

Beyin öyle bir güçtür ki, insan beyin gücünü kullanarak isterse kendini felç de edebilir, öldürebilir de, kanserini de yenebilir. Yeter ki beynini şartlandırabilsin. Beynimizde yaklaşık 13 milyar civarında sinir hücresi vardır. Her bir hücre yaklaşık 7,3 kilovoltluk enerji açığa çıkarır. Pratikte mümkün değil ama teorikte beyindeki tüm sinir hücrelerinin aynı anda enerjilerini saldığını varsayalım, yaklaşık 350 milyon kilovoltluk bir enerji açığa çıkar ki bu da büyük bir metropolün tüm elektrik ihtiyacını karşılayacak güce sahiptir. Size tıp kitaplarına girmiş bir olayı anlatmak istiyorum, et taşımaya yarayan soğutuculu bir tren, temizlenmek için bir istasyonda duruyor. İşçiler vagonları temizlemeye başlıyorlar, işçinin biri bir vagonu temizlerken diğer işçi o vagonu boş sanıp kapısını dışarıdan kilitliyor. Biraz sonra tren hareket ediyor ve bir durak sonra et almak üzere bir istasyonda duruyor. Kapalı kalan işçinin vagon kapısı açıldığında işçinin donarak öldüğü görülüyor. Fakat bir bakıyorlar ki, vagonun ısısı normal ısıda yani dondurucuya geçirilmemiş. Ama kapalı kala işçi bunu bilmediği, donarak öleceğini sandığı için beyin aynen donmanın şartlarını hazırlayarak, donmanın tüm belirtilerek göstererek vücudunu buna uyduruyor. Yani beyninizi olumlu şeylere kanalize edin. Bazı insanlar vardır, hep konuşurken daha yaşasam 1–2 sene daha yaşarım diye konuşup sık sık bunu tekrar ederler ve kendilerine adeta bir ölüm zamanı belirlerler. Ben bu laftan çok korkarım, eğer bunu inanarak söylerlerse beyinlerini öyle bir şartlarlar ki, öyle bir kurgularlar ki gerçekten dedikleri zamanda ölürler. Bu yüzden kaç yaşında olursanız olun hep bir hedefiniz ve hayalleriniz olsun ki uzun yaşayabilesiniz. İnsan hayal ettiği müddetçe yaşarmış. Ne doğru bir laf değil mi?

Dün bitti. Dünün tekrarı yok aynı rüyalar gibi. Yarın, hiç bilmiyoruz, iyi şeylerde olabilir kötü de. Ama şu anımı biliyorum, ayağım kırık bu yazıyı yazıyorum ama eşim yanımda çocuklarım sağ ve ben bu yüzden dünyanın en mutlu kadınıyım ve yarınımı da bilmediğim için bu anımı en iyi, en keyifli ve en pozitif şekilde değerlendiririm. Bilmediğim bir geleceği düşünerek de bu anımı zehir edemem. Siz de böyle yapın ve hayatınızı birbirine karıştırmamak kaydıyla 3'e bölün. Dün, bugün, yarın diye...

Biz ani stresleri çok severiz. Çünkü ani streste vücutta Adrenokortikotrop hormon (ACTH) artar ve hafıza, algılama, enerji süper olur. Yani bu hormon strese karşı vücudun bir sigortasıdır. Ama siz bu stresi kısır döngüye çevirirseniz yani sürekli beyninizde kurarsanız, hep bunu düşünürseniz, gelen olumlu şeylerin hepsi geri gider. Yani unutkanlıklar, enerji kayıpları, isteksizlikler, migren, mide-bağırsak şikâyetleri, uykusuzluklar, beyin tümörler, tansiyon iniş-çıkışları, vücudun muhtelif yerlerinde uyuşmalar, mutsuzluk, hatta depresyon, kalple ilgili şikâyetler ve kansere zemin hazırlamış olursunuz.

Bunları kendinize niye reva göreceksiniz ki? Akıllı, kontrollü ve olumlu olmak yeterli. Eğer büyük bir strese girdiyseniz kendinize hobiler bulun, yani kafanızı dağıtın başka işlere kanalize olun ki stres yaratan faktörün etkisi azalsın veya sevdiğiniz, sizi mutlu eden şeylerle uğraşın. Bunları da yapamıyorsanız dua edin, duaların insanlarda yarattıkları mistik etki onların pozitiflenmesini sağlar. Ben evde yemek yaparken bile hep dua ederim.

Prof.Dr.Yıldız Batırbaygil

19 Eylül 2010 Pazar


İki çeşit insan vardır; hatalarıyla yüzleşenler, gittikçe yüzsüzleşenler...!!

Schopenhauer

‎'' Karşındakinin sizi sevdiğini bilmek, ona sahip olamamanın getirdiği tatminsizliği asla gidermez... "
‎'' Şunu söyledi demir mıknatısa : En çok senden nefret ediyorum, çektiğin için, ama kendine çekecek kadar da güçlü olmadığın için...! "Nietzsche

Aforizmalardan


Hem bana öyle geliyor ki en kaba söz, en kaba mektup bile susmaktan daha iyi bir iyi yüreklice, daha bir dürüstçedir. Susanlar, hemen her zaman, içten gelen incelikten, nezaketten yoksundurlar; bir itirazdır susku; yutmak zorunlu olarak kötü kılar kişiyi, –mideyi bile bozar, susanların hepsi de sindirim bozukluğu çekerler

Nietzsche - Aforizmalardan...

Bazen Aşk Gider

Bazen aşk gider...
Günler geçer ardından ve aylar...
Bazen de yıllar...
Bebekler büyür, insanlar yaşlanır, insanlar ölür,
...eşyalar eskir, evler yıkılır, kurur ağaçlar...
Sokakların adi değişir...
Acılar belleğin acımasızlığına teslim olur...
Sevilen unutur, seven yanar..

Bazen aşk gider...
Ya da siz gittiğini sanırsınız..

12 Eylül 2010 Pazar

Aşk'a dair 4 söz

Aşka uçma kanatların yanar... (Sadi Sirazi)
Aşka uçmadıktan sonra kanat neye yarar?... (Mevlana)
Aşka vardıktan sonra kanadı kim arar?... (Yunus Emre)
Aşkın açamadığı kapı, kanatlanıp uçamadığı yer mi var? (Demet Akalın)

8 Eylül 2010 Çarşamba

...

Bulutlarda ne türlü bir parlaklık, bir ışık görürsen, onu yıldızlardan, aydan ve güneşten bil.

Can Yücel'den


Ne hesabını veremeyeceğim bir günüm oldu ne de vicdanımı lekeleyen bir geçmişim......... Ne hissettiysem onu söyledim , onu yaşadım... Yaşadığım bir tek andan bile pişmanlık duymadım... Asla keşkelerim olmadı... Hiçbir zaman kendimle vicdan mahkemesi yapmak zorunda kalmadım... Karşıma bazen gerçek yüzler , bazen sahteler çıktı ama olsun ben yine sadece hislerimle yaşadım.. Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim , ya da asla birini severken karşılığını beklemedim... Dostluğuma değer biçmedim , sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim... Sevdiysem sonuna kadar gittim,bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim... Bazen çok kırıldım , bazen belki de kırdım... Ama hata insana mahsustur dedim..Affettim , af diledim.. Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim.. Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.Belki de içten içe sinsice güldüler... Ama asıl unuttukları şuydu... Ben aldanmadım... Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar... Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için... Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için.... Oysa ben hiç insan kaybetmedim... Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar.............

Çinli bir bilgenin erkeklere 5 öğüdü.


‎1-Ev işlerinde ve zor işlerde sana yardım edecek olan, aynı zamanda da iyi bir ...işi olan kadın bulman önemlidir.

2-Esprili, nüktedan ve seni güldürmesini bilen bir kadın bulman önemlidir.

3-Kendisine güvenebileceğin ve sana hiç yalan söylemeyecek bir kadın bulman önemlidir.

4-Seninle aşk yapmayı seven bir kadın bulman önemlidir.

5-Bu dört kadının birbirlerini tanımamaları çok daha önemlidir.:)

3 Eylül 2010 Cuma

Sözün Güzelliği

Eski Roma'nın ünlü generallerinden birinin eşi dünya güzeli bir kadınmış.
Kültürü, neşesi, ev sahibeliği üslubuyla benzeri güç bulunur bir "şahane
kadın" Boşanacakları haberi çıkmış,
bütün Roma bu haberle çalkalanıyor.
Yakın arkadaşları bir cesaret konuyu açmışlar:
- Eşin Roma'nın en güzel, en beğenilen, gıpta edilen kadını, diye
başlamışlar; lafı birbirinin ağzından alarak dakikalarca övdükten sonra,
sözü şu suale getirmişler. Nasıl olur da ondan ayrılmayı düşünebilirsin?
General bacağını uzatarak:
- Çizmemi beğendiniz mi önce onu söyleyin bana, demiş.
- Çok güzel!
- Tay derisinden yapılmıştır. Sicilya'nın en marifetli çizmecisi
tarafından, kendi eliyle,benim için yapılmıştır. Bir benzerini bütün Roma'da
bulamazsınız.
- Belli, demiş arkadaşları. Benzersiz derken de haklısın. Ama bunun, bizim
sualimizle ne alakası var?
Arkadaşlarının merakını iki kelimeyle gidermiş general:
- Ayağımı sıkıyor;....

İnsanda güzel olan yüzdür, yüzde güzel olan gözdür ama insanı insan yapan
ağızdan çıkan sözdür.......

2 Eylül 2010 Perşembe


Acı su da, tatlı su da berraktır. Sakın görünüşe aldanma...Görünüşte herkes insandır ama gerçek insan, hal ehli olandır... "
mevlana

31 Ağustos 2010 Salı

İnanıyor muyuz?

Irmak kenarında küçük bir köy, ırmağın diğer yanında köyün hayvanlarını otlatan çoban ve kulübesi varmış. Bu ırmak yazı cılız kışın coşkun akarmış. Üstünde her hangi bir köprü de yokmuş. Bir kış günü çoban çok güzel bir ezan sesi ile uyanmış. Karşıda olup bu güzel sesli ezanı okuyanı çok görmek istemiş. Yaz gelmiş. Çoban merak ettiği güzel sesin sahibini camide bulmuş. Güzel sesli hoca vaaz veriyormuş. Size, demiş; “bir sır vereceğim”, “bir kelime vardır ki; her kapıyı açar her güçlüğü yener”. Merak etmiş her kes. Hoca demiş ki; “besmeledir o kelime” ve besmeleyi anlatmış. O sene ramazan günleri kışa rastlamış. Çoban fırsat buldukça camiye gidip ibadet ediyor ve hocanın vaazlarını dinliyormuş. Bir ikindi sonrası hocaya yaklaşmış. “Hocam, bu akşam iftarı benimle kulübemde yaparmısınız?,benim azığıma ortak olurmusunuz?”demiş. Hoca kabul etmiş. Yerlerde diz boyu kar ırmak kenarına gelmişler. Irmak yine coşkun akar. “hadi geçelim hocam” demiş çoban. Hoca bakmış karşı tarafa geçit yok, sandal yok, duraksamış. Çobana sormuş; “nasıl geçeceğiz”. Çoban; “hocam, hani sihirli kelime vardı ya, söyleyip geçeceğiz” demiş. Besmeleyi okuyup başlamış su üstünde yürümeye. Bir taraftanda bağırıyormuş hocaya; “hocam hadi sihirli kelimeyi söylede gel” diye. Hoca o sihirli kelimeyi söylemiş cılız bir sesle, acabalarla karışık. Adımını atar atmaz suya gömülmüş ayağı. Korkarak çekmiş ayağını. Bağırmış çobana; “sen git, benim işim çıktı, başka zaman inşallah” diye. Başka zamanda hiç olmamış.

27 Ağustos 2010 Cuma

Victor Hugo


Beni mahveden şey; Bana yalan söylemiş olman değil, Sana birdaha inanmayacak olmam ..

Türkiye'nin en güzel küfür eden adamı...


Yıllar önce ODTÜ'de yaptığı bir konuşma...
Üç bin kişilik mimarlık amfisi tıklık tıklım dolu, hatta onu dinlemek için ayakta kalan onlarca kişi var...

Can Yücel konuşmaya şöyle başlar:

- Biz hiç bi bok olamadık!
Salondakiler bir anda neye uğradıklarını şaşırırlar. derin bir sessizlik kaplar ortalığı...
Salona gelmeden önce 3 bira ve yarım votka içmesine rağmen muhteşem bir konuşma yapar. Hiç şüphesiz bol küfürlü bir konuşma...
Söyleşinin soru-cevap kısmında ön sıralarda oturan hanım hanımcık bir kız öğrenci parmak kaldırıp can yücel'e şöyle sorar:

- Can bey, bizler şiirlerinizi ve düşüncelerinizi çok beğeniyoruz,size büyük bir saygı duyuyoruz ama konuşmalarınızda çok fazla küfüre ve argoya yer veriyorsunuz, küfürlü konuşmasanız olmaz mı?
Can yücel önce susar, sonra yavaşça doğrulur, o kocaman ellerini kürsünün üzerine koyup:
- Küfür, burjuvazinin ağzında bir lağım çukurudur... küfür, işçi sınıfının ağzında bir çiçektir!.. deyince salonda müthiş bir alkış kopar.
Sonra tamamen ayağa kalkıp şöyle bitirir konuşmasını:
- Arkadaşlar bugün de çok kafa siktim!!!
xxxx

Can Yücel, vakt-i zamanda bir yazısında adamın birisine 'göt' dediği için dava açılmış.
Mahkemede Can Yücel şunu anlatmış:

Bir köyde ateşli bir hasta vardır, kasabaya doktora getirir hastayı köylüler.
koca devletin koca doktoruna. Doktor hastaya fitil verir ve köye döndükleri gibi hastaya fitili anüsten vermelerini söyler köylülere.
köylüler tabi 'tamam dohtor bey' diyip köye giderler.
köydeki herkese sorarlar, en bilgelere bile, ama kimse anüs ne demektir bilemez. bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya.


hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. bunun üzerine köylü, doktora, koca devletin koca doktoruna telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz. ne cüret di mi doktoru arayacak bi köylü. neyse durumun vehameti üzerine muhtar aramayı kabul eder.
bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, 'biz ne yapacaamızı bilemedik dohtor bey' felan der işte. karşıdan doktor bişiler söyler.
muhtar döner, ama arkasına: 'makattan verin dedi dohtor' der.
yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar felan, ama makat ne bilen yoktur yine.
hasta ise giti gidecek, ateşler içinde kıvranıyo baya.
ihtiyar meclisi toplanır. son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. yine kimse aramaz istemez doktoru. nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bi yandan söylenmektedir: 'çok kızacak dohtor çok!' diye.
sonunda telefonu açar, durm anlatır, doktor bişiler söyler yine. telefondaki köylü, yüzü allak bullak, arkasını döner:
'çok kızacak demiştim; götüne sokun dedi'
Yani işin aslı hakim bey 'bizim orada göte göt derler'
xxxx

Yine bir üniversitede öğrencinin biri sorar:
- neden okudugumuz butun sairler erkek? kadinlardan iyi sair cikmaz mi?
Can Baba cevap verir:
- biz siiri sikimizle mi yazıyoz, ne biliim ben..
xxxx
Bir gün tv kanallarıdan birinde canlı yayında konuk Duygu Asena şair Nazım Hikmet için 'o kartpostal şairidir' demiş.
Can baba telefonla programa bağlanmış selam bile vermeden
'Duygu hanım kart sizsiniz postal da size girsin'
demiş ve telefonu kapatmış...
xxxx

can yücel'e soruyorlar: "zeki müren'e niye paşa diyorlar?"
cevap:
- bu memlekete paşalara ibne denemediği için ibnelere paşa deniyor...
xxxx
Türkiye İşçi Partisinin Komünist zamanlarında bir tüzük toplantısında herkesin komünizmi anlatmaya çalıştığı şöyle olsun , böyle olsun dediği bir toplantıda Can Baba ayağa kalkar ve bir efsaneyi daha patlatır.
'BEYLER BEYLER, Türkiyede komünist olmak tüzük değil, BÜZÜK ister...
xxxx


Bir sergide ortada dolanırken, alımlı bir kadın heyecanla yanına gelir:
- Can bey, tanıştığımıza ne kadar memnun oldum anlatamam. sizin en büyük hayranınızım.
Can Baba sırıtır:
- demek öyle, yatalım o halde?
kadın küskün bir ifadeyle bozuk atar:
- aşk olsun can bey!!
Can Baba cevaplar:
- aşk da olacak elbet..
xxxx

Can Babaya bir mahkeme çıkışında soru soran gazeteci şu dörtlüğü cevap olarak alır:
'Ne yorum ne forum
Belki yarın konuşurum
öyle gitti ki durum
soru sorana korum'

xxxx
Bir televizyon programın da genç bir öğrenci soracak soru bulamadığından herhalde şunu sorar
- hangi takımı tutuyosunuz?
can baba cevap verir,
- eşim ve ben genellikle benim takımlarımı tutuyoruz...
xxxx

can yücel'e sorarlar:
- efendim nedir bizim memleketteki bu sağcılık solculuk davaları?
can baba:
- bu ülkede sabah kalktığında malafat eğer sağ tarafa kaymışsa sağcısındır, yok eğer sol taraftaysa solcu..
- peki sizinki ne tarafta ?
- ileride daima ileride
xxxx

"Seke seke geldik.. Sike sike gidiyoruz..." sözlerinin sahibi büyük şair Can baba, bir takım hayranları ve arkadaşlarıyla bir yerlerde içer, sohbet eder.
aynı grup, sabahın 5'i 6'sı gibi pek de kimsenin bulunmadığı kıbrıs şehitleri caddesinde yürürken, şair birden durur ve yere yatar.
Yanındakiler de hemen aynı şeyi yaparlar.
Şair, gözlerini kırpmadan gökyüzüne bakmaktadır.
Yanindakiler de sira sira yerde yatmakta, gökyüzüne bakmaktadirlar. Hayranlardan birisi dayanamayıp sorar:
- Baba, ne görüyorsun, bize de söyle...
Ondan ulvi ya da şairane bir söz bekleyen vatandaş, aldığı cevapla şok olur:
- Çok sarhoşum amına koyim.

Brigitte


Bilgi; büyük insanı alçakgönüllü yapar, ortalama insanı şaşırtır, küçük insanı ise Kibirlendirir

26 Ağustos 2010 Perşembe

Ama ben onun kim olduğunu biliyorum

Yaşlı bir bey, sabah erken evinden çıkmış yolda ilerlerken, bir bisikletlinin kendisine çarpması ile yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış. Sokaktan geçenler, yaşlı adamı hemen en yakın sağlık birimine ulaştırmışlar.

Hemşireler, adamcağızın yarasına pansuman yapmışlar, ama 'biraz beklemesini ve röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler. Yaşlı adam huzursuzlanmış ve acelesi olduğunu, tetkik istemediğini söylemiş.

Hemşireler merakla acelesinin sebebini sormuşlar. Adamcağız da: "Karım huzur evinde kalıyor, her sabah onunla kahvaltı etmeye giderim, geç kalmak istemiyorum." demiş.

"Karınızın, siz gecikince merak edeceğini düşünüyorsunuz herhalde." Demiş bir hemşire. Adam üzgün bir ifade ile "Ne yazık ki karım alzheimer hastası ve benim kim olduğumu bilmiyor." demiş.

Hemşireler hayretle: "Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor, neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşturuyorsunuz?" demişler.

Adam buruk bir sesle "Ama ben onun kim olduğunu biliyorum." demiş.

SEVDİKLERİNİZİN KİM OLDUĞUNU ASLA UNUTMAMANIZ DİLEĞİYLE .....!!

Üstada Sormuşlar?


Üstada sormuşlar:Ùstad kadinin akilisini nasil anlarsin?
- Konusmalarina bakarim
-... Ya peki hic konusmuyorsa...
- O kadar akillisina daha rastlamadim..

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Gözlerime iyi bak


Gözleri Görmeyen Bir Genç Kız ve Bir Erkek Birbirlerine Deli Gibi Aşıklarmış . .... .
Erkek Sormuş : Gözlerin Görseydi Benimle Evlenirmiydin Diye ?
Kızda : Tabi Senden Başka Kimim Varki Demiş..
Nyse Aradan Aylar Geçmiş Ve 1 Hayırsever Gözlerini Kıza Bağışlamış ve Kız O Zorlu Ameliyatı Geçirmiş..!
Kız İlk Defa Sevdiği Kişiyi Göreceği İçin Çok Heyecanlıymış.!
Bide Ne Görsün ki Sevgilisinin Gözleri Yok . . ? :S
Erkek Yine Sormuş : Sevgilim Ne Zaman Evleneceğiz Diye ?
Kız da Demesin mi : Kızda Senin Gözlerin Yok Diyip , Çekip Gitmiş..!
Erkek Arkasından Bağırarak Şu İki Cümleyi Söylemiş :
"GÖZLERİME İYİ BAK OLUR MU ?"
__________________________________________
Hayat Böyle İşte Kimilerimiz Kimileri İçin Canını Bile Verirken , Kimileri Kimileri İçinse Kılını Bile Kıpırdatmaz.Nankörlük Ederler . . .

24 Ağustos 2010 Salı

Nazım Hikmet'ten


Hani derler ya ben sensiz yaşayamam diye
İşte ben onlardan değilim
Ben sensiz de yaşarım;
Ama seninle bir başka yaşarım...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

30 Yaşını Aşmış Bir Kadın...


Andy Rooney der ki..." Yaşım ilerledikçe, en çok otuz yaşını aşmış bayanlara değer vermeye başladim."
İşte bunun sebeplerinden bir kaçı: Otuz yaşını geçmiş bir kadın asla sizi gecenin bir yarısı uyandırıp "ne düşünüyorsun?" diye sormaz.......
Umurunda değildir çünkü ne düşündüğünüz.
Otuzunu aşmış bir kadın TV deki maci seyretmek istemiyorsa, söylene söylene TV 'nin karşısında yanınızda oturmaz.......
Yapmak istediği bir şeyi yapar. Ve bu genellikle daha enteresan birşeydir.
Otuz yaşını aşmış bir kadın kendini yeterince iyi tanır ve kendinden emindir...
Kim olduğunu, ne olduğunu, ne istediğini, ve kimden istedigini bilir.
Otuzunu aşmış cok az kadın onun hakkında ya da yaptıklari hakkında ne düşündüğünüzü önemser.
Otuz yas ustu kadın coğunlukla büyük aşklara, ömür boyu sürecek bağlılıklara doymuştur.
Hayatında en son ihtiyaci olduğu şey bir başka mız mız, devamli söylenen, ne yapacağına karışan, yapışkan bir aşıktır.
Otuzunu asmış kadın, ağırbaşlıdır. Bir operanın ortasında ya da pahalı bir restoranda sizinle çığlık çığlığa kavga etmesi çok nadirdir...
Ha tabi hakettiyseniz, sizi vururken de hiç tereddüt etmez, sonuçlarına katlanmayı da planlayarak...
Otuzunu aşmış kadın övgüler yağdırmakta çok bonkördür, çoğu hak edilmemiş bile olsa.....
çünkü takdir edilmemenin ne olduğunu iyi bilir.
Otuzunu aşmış kadın sizi bayan arkadaşlarıyla rahatlıkla tanıştıracak kadar kendine güvenir......
Daha genç bir kadın, en iyi arkadaşını bile görmezlikten gelebilir, yanındaki adama güvenmediği icin.
Otuz yaşın üstündeki kadın sizin onun arkadaşına ilgi duymanızı hiç sallamaz..... arkadaşının onun aldatmayacağını bilir.
Kadınlar yaşları ilerledikçe medyumlaşırlar. Ona günah çıkarmanıza hiç gerek yoktur..... Onlar her haltınızı bilirler.
Otuz yaşını aşmış bir kadın kıpkırmızı bir ruj sürdüğünde bu ona çok yakışır. Ama daha genç kadınlarda böyle değildir. Çiğ durur.....
Otuz üstü kadınlar açıksözlü, doğrucu ve dürüsttürler...... Onun icin ne anlam taşıdığınızı merak etmenize gerek yoktur...
Ne kadar geri zekalı olduğunuzu bir çırpıda açık açık söyleyiverir...
eğer bir geri zekalı gibi davrandıysanız.

21 Ağustos 2010 Cumartesi


Olduğum gibi kim görebilir beni
Ne rengim var benim, ne nişanım
Benim de bildiğim sırlar var diyeceksin ama
Hem o sırlarım ben, hem de o sırları saklayanım
(Hz. Mevlana)

1 Nisanın tarihçesi;

15. yüzyılın sonlarında, Haçlı ordusu Endülüs Müslümanlarının son kalesini kuşatır. Uzun süren bir kuşatma olmasına rağmen, kış aylarının da etkisiyle, kale korunabilmektedir. Durumun zorluğunu anlayan Haçlı ordusunun komutanı değişik taktikler düşünmektedir.

En sonunda 31 Mart gecesi Kalenin önüne giderek bir elinde Kur'an bir elinde İncil 'Şu iki kitap üzerine yemin ederim ki, teslim olursanız bu akşam size bir şey yapmayacağım' der. Gerekli görüşmelerden sonra canlarının kurtarılması karşılığında Müslümanlar kaleyi teslim ederler.

Ertesi sabah, yani 1 Nisan sabahı, Haçlı ordusu komutanı bütün Müslümanların öldürülmesi için emir verir. Bunun üzerine Müslümanlar 'Yemin etmiştiniz, bize söz vermiştiniz' dediklerinde Haçlı ordusu komutanı 'Benim sözüm size dün akşam içindi, bugün için size bir sözüm yoktur' diye cevap verir ve BÜTÜN MÜSLÜMANLAR ORADA ŞEHİT EDİLİR.

İşte o gün bugündür 1 Nisan hristiyanlar arasında 'Hile Günü' olarak kutlanmaktadır.

Maalesef halkımız arasında da yaygınlaşmış, yüzlerce, binlerce müslümanın katliam günü olan 1 Nisan'lar, bir şakagünü olarak kutlanmaktadır.

LÜTFEN BUNU TÜM ARKADAŞLARINIZA GÖNDERİN'Kİ 1 NİSANIN NEKADAR KÖTÜ BİR ANLAMI OLDUĞUNU ÖĞRENSİNLER...