31 Ağustos 2010 Salı

İnanıyor muyuz?

Irmak kenarında küçük bir köy, ırmağın diğer yanında köyün hayvanlarını otlatan çoban ve kulübesi varmış. Bu ırmak yazı cılız kışın coşkun akarmış. Üstünde her hangi bir köprü de yokmuş. Bir kış günü çoban çok güzel bir ezan sesi ile uyanmış. Karşıda olup bu güzel sesli ezanı okuyanı çok görmek istemiş. Yaz gelmiş. Çoban merak ettiği güzel sesin sahibini camide bulmuş. Güzel sesli hoca vaaz veriyormuş. Size, demiş; “bir sır vereceğim”, “bir kelime vardır ki; her kapıyı açar her güçlüğü yener”. Merak etmiş her kes. Hoca demiş ki; “besmeledir o kelime” ve besmeleyi anlatmış. O sene ramazan günleri kışa rastlamış. Çoban fırsat buldukça camiye gidip ibadet ediyor ve hocanın vaazlarını dinliyormuş. Bir ikindi sonrası hocaya yaklaşmış. “Hocam, bu akşam iftarı benimle kulübemde yaparmısınız?,benim azığıma ortak olurmusunuz?”demiş. Hoca kabul etmiş. Yerlerde diz boyu kar ırmak kenarına gelmişler. Irmak yine coşkun akar. “hadi geçelim hocam” demiş çoban. Hoca bakmış karşı tarafa geçit yok, sandal yok, duraksamış. Çobana sormuş; “nasıl geçeceğiz”. Çoban; “hocam, hani sihirli kelime vardı ya, söyleyip geçeceğiz” demiş. Besmeleyi okuyup başlamış su üstünde yürümeye. Bir taraftanda bağırıyormuş hocaya; “hocam hadi sihirli kelimeyi söylede gel” diye. Hoca o sihirli kelimeyi söylemiş cılız bir sesle, acabalarla karışık. Adımını atar atmaz suya gömülmüş ayağı. Korkarak çekmiş ayağını. Bağırmış çobana; “sen git, benim işim çıktı, başka zaman inşallah” diye. Başka zamanda hiç olmamış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder